Gültan Kışanak: “Demokrasiyi ve barışı kazanmak için…”

0 Shares
0
0

DEM Parti’nin Ankara Büyükşehir Belediye Eş Başkanı adayı olan Gültan Kışanak, iddiasının seçimler sınırlı olmayan bir şekilde demokrasiyi ve barışı kazanma mücadelesi olduğunu dile getirdi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), son iki seçimdeki tutumunun tersine 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerinde ilk kez bir tutuklu siyasetçiyi, eski Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Gültan Kışanak’ı, Ankara Büyükşehir Belediye Eş Başkanlığına aday gösterdi.

Kışanak, iktidar ve muhalefetin seçim kampanyasında birbirlerini “DEM’lenmekle” suçlamasına “Hepimizin ortak iyiliği için tüm partilere biraz DEM’lenme tavsiyesinde bulunuyorum” yanıtını verdi.

BBC Türkçe‘den Ayşe Sayın’ın Gültan Kışanak ile avukatları aracılığıyla gerçekleştirdiği röportajı okurlarımızın dikkatine sunuyoruz.

DEM Parti, iki seçimdir tutuklu siyasetçi aday göstermeme kararını sizin Ankara adaylığınız için bozdu. Yeniden aday olma kararını nasıl verdiniz, sizin için bu adaylığın anlamı nedir?

Türkiye siyasi tarihine baktığımızda, muhalefetin hep bir cezaevi sınavı olduğunu görürüz. Ancak 2016’dan bu yana durum daha vahim bir hal aldı. İçerideki siyasetçi sayısı rekor kırarken; dışarıda da muhalefet etmenin koşulları neredeyse ortadan kaldırıldı.

Hatta Can Atalay örneğinde gördüğümüz gibi içeriden gösterilen aday, seçimi kazansa bile cezaevinde tutulmaya devam ediyor. Ankara adaylığım, alışık olduğumuz siyaset dışında bir anlam taşıyor. Bu tutum hem hakikatin görünür olmasını sağlayan, hem de topluma vicdani ve siyasi sorumluluklarını hatırlatan bir tutum.

Ayrıca ve özellikle, tecrit edilmek, siyaset dışına itilmek istenen DEM Parti’nin ve Kürtlerin kadınların, tüm ötekilerin, başkentte bir irade göstermesinin önemli olduğunu düşünüyorum.

Neden Ankara’dan aday oldunuz? Nasıl bir iddia ortaya koyuyorsunuz?

Siyaset, kazanma kaybetme oyunu değil, toplumun sounlarına çözüm bulma yolu ve yöntemidir. Demokrasi sorunu, Kürt sorunu ve kadınların özgürlüğü sorunu gibi kronikleşmiş sorunlarımız var. Kazanma, kaybetme retoriğine indirgenen siyaset, bu soırunları konuşamıyor ve çözüm üretemiyor.

Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı olarak görev yaparken, İçişleri Bakanlığı’nın emriyle görevden alındım ve yerime kayyum atandı. Halkın iradesine yapılan kayyum darbesi, bununla da kalmadı. 2019 yılında ikinci kez tekrarlandı. Aralarında Diyarbakır, Van ve Martin gibi büyük şehirlerin bulunduğu 50’den fazla il ve ilçede, tam 8 yıldan beri halkın seçilmiş temsilcileri yok, iktidarın memurları var.

HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’la aynı cezaevindeyiz. Diğer eşbaşkan Selahattin Demirtaş Edirne F Tipi’nde, BDP EŞ Genel Başkanı Sebahat Tuncel Sincan Cezaevi’nde. Daha niceleri. Son olarak Can Atalay Örneği var…

Demek ki sorunumuz seçimi kazanmak değil, siyasi darbeyle yıkılan demokrasiyi yeniden inşa etmek. Ankara bu iddiayı ortaya koymak için doğru bir tercih. Tabii bu çok büyük bir iddia. Bir seçim süreciyle sınırlanmayacak bir iddia. Demokrasiyi ve barışı kazanmak için seçimden sonra da devam edecek bir mücadele.

Cezaevi koşullarında nasıl bir seçim çalışması yürütüyorsunuz? Ne tür zorluklarla karşılaşıyorsunuz?

Kocaeli F tipi Cezaevi’nde siyasi rehine olarak tutuluyorum. Bu cezaevi yüksek güvenlikli, tecrit esasına göre dizayn edilmiş, üçer kişilik hücrelerden oluşuyor. Bu nedenle iletişim imkanları çok kısıtlı. Dışarıdan yeterli bilgi almam, kampanyaya güncel katkılar yapmam neredeyse imkansız. Hatta Adalet Bakanlığı seçim kampanyasında kullanılmak üzere, dışarıya fotoğraf göndermeme bile izin vermedi.

İmkanlarımı zorlayarak, röportajlar ve halka hitaben yazdığım bazı metinlerle kampanyaya katılmaya çalışıyorum. Dışarıda güçlü bir kadın dayanışması var, benim adıma kampanyayı ağırlıklı olarak kadınlar yürütüyor.

Görevden el çektirilmeniz sonrasi yerinize kayyum atanmıştı ve cezaevindesiniz. 31 Mart sonrası benzer bir süreç bekliyor musunuz?

Kayyum darbesi politik olarak iflas etmiş, halk tarafından mahkum edilmiştir. Küçük ırkçı bir azınlık dışında kimse kayyumları savunabilecek durumda değildir. AKP seçmenlerinin de önemli bir kesimi kayyum darbesinin yanlış olduğunu söylüyor. Kayyum idaresinin AKP’ye politik bir getirisi yoktur, ısrar ederse daha fazla zarar görecektir.

Hele ki önceki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Erdoğan beni çağırdı , bu belediyelerden rahatsız olduğunu söyledi. Ben de hepsini görevden altım” itirafından sonra, kara propaganda da AKP’yi kurtaramaz. Ancak, buna güvenerek kayyum darbesine karşı mücadeleyi gevşetemeyiz.

Şimdiye kadar, kayyumlarla Kürtler baş başa bırakıldı. Kürt halkı, 2019 seçiminde kayyumlara gereken dersi verdi. Bu seçim çok daha güçlü bir ders vereceğinden hiç kuşkum yok. Bu bir demokrasi sınavıdır. Sadece Kürtlerin ve DEM Parti’nin sınavı değildir. Genel seçimde, sonradan ortaya çıkan “kayyum protokolü”, muhalefetin bu sınavı geçemediğini göstermişti. Muhalefet şimdi, telafi sınavında. Sandığa, seçime, demokrasiye inanan herkesin iradesine, kayyum atanmasına karşı duracağını, bugünden beyan etmesi gerekir.

Avrupa’yı da bu konuda eleştirmek istiyorum. Demokrasilerin kalitesi, yerel demokrasiyle ölçülür. Avrupa’da merkezi iktidarlar, bir köy belediyesine bile memur atayamaz. Türkiye, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na taraftır, şarta bağlı sorumlulukları var. Türkiye’de milyonlarca insanın yaşadığı, yüzde 50’den fazla il ve ilçede, 8 yıldan beri seçimle işbaşına gelmiş bir yönetim yok, kayyum var. Ancak AKP bu konuyu etkili bir şekilde gündemine almadı. Türkiye ile Batı’nın ilişkileri gergindi, biliyorum. Ama bu durum, yerel demokrasiye sahip çıkmak için bir bahane olamaz.

HDP 2019’da Batı’da aday çıkarmadı ve CHP’ye destek verdi. Şimdi bir-iki istisna dışında DEM Parti kendi adaylarıyla seçime girdi. Siz bu tutum değişikliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Siyasi partiler, kendi programları, politik öncelikleri ve hedefleri için mücadele etme araçlarıdır. Toplumun tepkilerini, beklentilerini, taleplerini dikkate almak zorundadır. DEM Parti de halkın sesini dinleyerek, kendi adaylarıyla seçime girme kararı aldı. Politik mücadele “kaybettirme” üzerine değil, kazanma üzerine kurulur.

Siyasi rakipler birbirlerine karşı çeşitli taktikler deneyebilirler ancak bu kalıcı bir hal alamaz. Siyasetin doğasına aykırıdır.

Hem iktidar hem de CHP dahil muhalefet, birbirlerini “DEM’lenmekle” eleştiriyor. Siz bu tutumu nasıl yorumluyorsunuz?

DEM Parti, Türkiye siyasetinin ana kulvarlarından biridir. Radikal demokrasinin, toplumsal barışın, demokratik bir gelecek arayışının temsilcidir. TBMM’nin üçüncü büyük partisidir. Bu siyasi kulvar, genişleyerek yoluna devam edecektir. DEM Parti”yi yok sayarak siyaset yapmak imkansızdır.

Şimdiye kadar iktidar da muhalefet partileri de DEM Parti geleneğini, tecrit ederek, siyaset yapmaya çalıştı. Gelinen noktada kendileri için siyasi açmaz yaratırlar. Siyasetteki bu açmaz ortadan kaldırılmalı.

Hatta espriyle de olsa “Herkes biraz DEM’lense iyi olur” demek istiyorum. DEM Parti ile siyasal diyalog kurmak, diğer partileri demokrasiye bir adım daha yaklaştırır. DEM Parti ile ilişki kurmak, partileri ayrımcılık siyasetinden uzaklaştırır. Barışa, kadın siyasetine, ekoloji siyasetine yaklaştırır.

Can Atalay, milletvekili seçilmesine karşın tahliye edilmedi. Seçilmeniz halinde benzer bir durumu yaşama endişesiz var mı? Kayyum uygulamalarının yeni dönemde yumuşayacağına dair bir beklentiniz var mı?

Endişeyle korkuyla, kaygıyla siyaset yapılamaz. Böyle bir endişem yok. Seçme ve seçilme hakkı en temel yurttaşlık hakkıdır. Kayyum, Kürt yurttaşların temel haklarının gasp edilmesidir. Buna izin vermeyiz.

Siyasetin görevi, çözüm üretmektir. Beklentili siyaset, kendisini işlevsiz bırakır. DEM Parti, demokrasi mücadelesinin en güçlü aktörüdür. Seçimlerden güçlü bir sonuç elde edecek ve seçimden sora halkla birlikte kayyum tehdidine karşı mücadele edecektir.

Ben bu soruyu yanıtlarken, televizyondan AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı dinliyorum. “Yüzümüze hakikatleri haykırın, haykırın ki hatalarımız görüp, kendimizi düzeltelim” diyordu. Söylüyorum; kayyum büyük bir hataydı. Hiçbir gerekçeyle halkın sandıktan çıkan iradesi ortadan kaldırılamaz.

Tabii ki belediye başkanları suç işlerse herkes gibi yargılanmalıdır. Ama kesinleşmiş yargı kararı olmadan, halkın iradesine müdahale edilemez.

Ayrıca suçların şahsiliği ilkesi vardır. Belediye başkanına yönelik bir soruşturma bahane edilerek Belediye Meclisi feshedilemez. Kayyum demokrasi ayıbıdır. Bu ayıp ortadan kaldırılmalı, önceki Belediye Kanunu’na geri dönülmelidir.

Azami tutukluluk süresi aşılmasına rağmen tahliye edilmediniz. Ne söylemek istersiniz?

Hakkımızda açılan davalar, siyasi darbeyi perdeleme görevi görüyor. Sanki ortada hukuken bir suç var, bu nedenle bizler cezaevindeyiz algısı yaratılıyor. Tutuklanmamız da siyasiydi, hakkımızda açılan davalar da…

“Siyasi rehineyiz” dediğimizde, kamuoyunun bir kısmı buna anlam veremiyor. Azami tutukluluk süresi aşılmasına rağmen hala cezaevinde tutuluyor olmam, siyasi rehine olduğumuzun kanıtıdır. Azami tutukluluk süresiyle ilgili yasanın emredici hükmü çok açıktır, yargıca herhangi bir yorum ve taktir hakkı tanımıyor ama mahkeme heyeti verdiği tutuklama kararıyla, yasalarla bağlı olmadığını gösteriyor.

Benim şahsımda açığa çıkan, yargıdaki siyasallaşma düzeyidir. Bu kötü gidişatı ancak demokrasi mücadelesi değiştirebilir. Demokrasiye inanan tüm siyasi partilerin, sivil toplumun, demokratik kamuoyunun tereddütsüz ve ayrımsız bir şekilde ifade özgürlüğünü, siyaset yapma hakkını ve bağımsız yargıyı savunması gerekir. Bu kriz, başka türlü aşılamaz. Yoksa ortada ne AYM kalacak, ne AİHM…Ne de TCK ve CMK…

Yazar

0 Shares
You May Also Like

Biz kimiz?

Enternasyonal Dayanışma, işçi sınıfının kolektif ve kitlesel mücadelesiyle dünyanın daha eşit, adil ve özgür bir yere dönüşeceğini savunan…