Yerel seçimlerde ağır bir mağlubiyet alan AKP-MHP koalisyonu, kendi içinde tartışmalar yaşıyor ve çatlaklarla boğuşuyor.
31 Mart yenilgisinin ardından kamuoyunda tartışılan konulardan biri, AKP’nin erken yıllarındaki “reform” günlerine dönmeye yönelik bir yumuşamaya gidip gitmeyeceğiydi. Recep Tayyip Erdoğan, seçim akşamı yaptığı konuşmada, sandıktan çıkacak mesajı değerlendireceklerine yönelik ılımlı mesajlar vermişti. Ancak Erdoğan’ın bir diğer mesajı da güney sınırlarında “terör devleti”ne izin vermeyecekleri ve operasyon yapacakları yönünde olmuştu.
MHP ile 15 Temmuz’dan beri resmi ittifak içerisinde olan AKP’nin makas değiştirme opsiyonu yok. Kendi oyları eridikçe MHP ile ittifaka daha da mecbur oluyorlar. Ancak katı devletçi çizgi, felaket ekonomi ve tüm baskı politikalarıyla birleşince halk nezdindeki meşruiyeti de azaltıyor. 31 Mart bunun en net göstergesi oldu. Buradan sonrası için de, yüksek enflasyon ve giderek derinleşen yoksulluğun kısa vadede düzelmeyeceği düşünülürse, AKP-MHP ittifakının “milli güvenlik” ve “devletin bekası” adı altında Kürt politikalarında sertleşmeye giderek kaybettiği tabanını yeniden konsolide etmeye girişmesi çok daha yüksek ihtimal.
MHP’nin belirleyiciliği
Abdulkadir Selvi’nin yazısında kullandığı “Osman Kavala’nın hapiste tutulmasının, Gezicilerin yıllarca hapis yatacak olmasının Türkiye’ye ne yararı var? AK Parti’ye ne fayda sağlıyor?” ifadelerine MHP kanadından gelen tepkiler, AKP’nin de nasıl devam edeceğinin habercisi gibi. MHP’liler Selvi’ye “yok hükmündedir”, “kılıç artığı” gibi ifadeler kullandılar. AKP kanadından Selvi’ye hiçbir destek açıklaması gelmedi.
Faşist parti MHP’nin lideri Devlet Bahçeli, bu hafta içerisinde de Mehmet Şimşek’e saldırdı. IMF ile yaptığı görüşmede “Yerel halkı enflasyonun düşeceğine ikna etmeliyiz” ifadesini kullanan Hazine ve Maliye Bakanı’na “müfsit zihniyet” diyen Bahçeli, son dönemde yaşanan skandalların sorumlusunun Şimşek olduğunu söyledi. Bahçeli bununla da yetinmedi, DEM Partililere saldırarak “Türk bayrağını kabullenemeyenler, vatandaşlıktan derhal çıkarılmalı, mallarına-mülklerine el konulmalı, bunun yanında DEM Parti hakkında kapatma davasının açılarak bölücü milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmalı” dedi.
AKP’deki çatlaklar
Öte yandan, AKP kendi içerisinde de çatlaklar ve bölünmeler yaşıyor. Örneğin, Van’da YSK’nın Dem Parti’nin seçim zaferini gasbetme girişimi, bunun daha sonra halkın direnişiyle püskürtülmesi de bir çatlağı ortaya çıkardı. Hayati Yazıcı gibi bazı isimler YSK’nın daha sonradan attığı geri adımı desteklerken, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum bu isimlerin “not edildiğini” aktardı. Uçum, Van’da seçimleri sandıktan çıkan ismin kazanmasını makul bulan AKP’lileri “neoliberal zehirle zihin dünyalarını batıcılığa teslim etmişler” diye nitelendirmişti. Burada Ahmet Hakan’ın Uçum’a getirdiği eleştiriye karşı, saray sözcüsü “Hakikati ifade etmekten başka bir şey yapmadım, böyle yapmaya devam edeceğim” demişti. Hayati Yazıcı, Uçum’un saldırıları sonrası, YSK’nın geri adımını kutladığı tweetini silmek zorunda kalmıştı.
Son günlerde AKP içinde kriz yaratan bir diğer konu da İsrail ile sürdürülen ticari ilişkilerle ilgili. Üç aya yakın süredir onlarca şehirde yapılan eylemler, AKP mitinglerinde “İsrail’le ticaret Filistin’e ihanet” pankartlarının açılması gibi gelişmelerin sonucunda, hükümet Nisan ayı başında İsrail ile ticaret yapıldığını itiraf etti ve bazı ürünlere “kısıtlama” getirdi. Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Eski Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi ise “İsrail’le çok önemli bağlantıları olan arkadaşlarımız var” diyerek, soykırım devam etse de ticaretin de sürdürülmesi gerektiğini ifade etti. Buna AKP’ye yakın birçok isimden tepkiler geldi. Yeni Şafak’ın antisemite yazarı İsmail Kılıçarslan açıklamaları “gerzekçe” ve “gerizekalıca” olarak tanımladı. Ancak Zeybekçi “sözlerimin arkasındayım” dedi.
Çözüm birleşik mücadele
AKP’nin hem kendi içerisinde hem de MHP ile ittifakında bir krizin yaşandığı sır değil. Ancak buradaki tartışma ve bölünmelerden herhangi bir “yumuşama” politikasının, “reformcu” bir anlayışın çıkacağını beklemek doğru değil.
Zira AKP’nin ilk yıllarında yaşanan ortam da Erdoğan’ın veya hükümetin lütfu değil, Türkiye toplumunda gelişen bir dizi mücadelelerin yarattığı basıncın sonucuydu. Darbelere karşı mücadele, Kürt sorununda barış için mücadele, iklim değişikliğine karşı mücadele, Ermeni Soykırımı’yla yüzleşme mücadelesi, kadınların mücadelesi, LGBTİ+ örgütlerinin kitlesel olarak sokağa çıkması, başörtüsü özgürlüğü için verilen mücadele, Gezi Parkı’nda görüldüğü gibi kent hakkı için verilen mücadeleler hükümetin üzerinde basınç oluşturuyordu.
31 Mart sonrası konjonktürde de işçi sınıfının ve tüm ezilenlerin birleşik mücadelelerinin inşa edilmesi, daha özgürlükçü ve adil bir toplumda yaşamamız için son derece kritik olacak. Seçimlerde hükümetin zayıflamış olması, AKP-MHP koalisyonunun yaşadığı kriz, bunların hepsini gerçekleştirmek isteyen aktivistler açısından daha elverişli bir zemin sunuyor.