Ailenin Ötesi kitabının yazarı Bülent Somay ile söyleşi

0 Shares
0
0

T24’ten Ebru D. Dedeoğlu, ‘Ailenin Ötesi’ kitabının yazarı, Enternasyonal Dayanışma aktivisti Bülent Somay ile röportaj yaptı.

Röportajı okurlarımızın dikkatine sunuyoruz:

“Aile kurumu paldır küldür çöküyor ve molozların altında kalıyor çocuklar. Ya ‘masum seyirci’ rolü oynayıp sessiz kalacağız, ya da moloz kaldırma çalışmalarına el vereceğiz, başka şansımız yok.”

Bülent Somay’ın Metis Yayınları’ndan çıkan ‘Ailenin Ötesi’ adlı kitabı, modern aile yapısının temel bir eleştirisini sunarken; toplumsal cinsiyet, üreme ve kardeşlik ilişkilerinin dönüşümüne dair derin sorulara yanıt arıyor.

Somay, aile kurumunun yapısal olarak çöktüğünü ve bunun yalnızca erkek/baba tahakkümünün bir sonucu olmadığını, toplumsal, politik ve kültürel düzenin yeniden inşası için zorunlu bir süreç olduğunu belirtiyor. 

“Yeni bir üreme, cinsellik ve kardeşlik rejimi ne kendiliğinden ortaya çıkacak, ne de yokluktan zuhur edecek. Eskinin yıkıntıları üzerinde, tahrip olmuş ailenin kalıntılarından inşa edilecek” diyen Somay, mevcut aile yapısının yerini alacak yeni düzenin kaçınılmaz olduğunu vurguluyor.

Son dönemde artarak yaşanan trajik olaylar, bu çöküşün daha da görünür hale geldiğini gösteriyor. Narin Güran’ın ve nicelerinin kaybolması ve öldürülmesi, aile kurumunun çocuklar ve kadınlar için güvenli bir alan olmaktan çıkıp şiddet ve istismarın yuvası haline geldiğini kanıtlıyor.

“Aile kurumu paldır küldür çöküyor…”

Somay, bu durumu şöyle özetliyor: “Aile kurumu paldır küldür çöküyor ve molozların altında kalıyor çocuklar. Ya ‘masum seyirci’ rolü oynayıp sessiz kalacağız, ya da moloz kaldırma çalışmalarına el vereceğiz, başka şansımız yok.” Peki, “Yeni bir aile düzeni mümkün mü? İyiyi ve kötüyü nasıl ayırırız?” diye sorduğumda Somay şu etkili sözlerle cevap verdi. “Daha sevgi dolu, bakıma ve özene öncelik veren bir insan ilişkileri ağı tabii ki mümkün. Ama buna ulaşmanın yolu muhafazakârlıktan ya da aldırmazlıktan geçmez. Mücadeleden ve örgütlenmekten geçer.”

 
– Aile; erkek/baba tahakkümünün temel odağı ise bu yapısal tahakkümün yıkılması için aile dışında hangi alanlarda mücadele etmemiz gerekiyor? “Modern Aile hakikati” nedir?

‘Modern Aile’nin hakikati; kadının ve çocuğun köleleştirilmesi, metalaştırılması, mülk edinilmesi üzerine kurulu kadim düzenle, modernitenin, yani gerçek adını koyarsak kapitalizmin, kadim düzenleri düz edip yerine sadece sermayeye, ticarete, alıp-satmaya dayalı, dolayısıyla da kanun ve ulus devlet karşısında kadınlar ve çocuklar dahil tüm yurttaşları (mecburen) eşit kılmayı hedefleyen yeni düzeni arasındaki iflah olmaz, çözülemez çelişkidir.

Erkek/Baba tahakkümünü teorik olarak kapitalizmin yükselişi yıkacaktı. Ama hiçbir sömürü düzeni, kendisinden önceki sömürü düzenlerini temizleyip, yerine beyaz bir sayfa açarak hâkimiyet kuramaz.

Onları içerir; bir yamalı bohça içinde onlara da yaşam alanı tanımaya çalışır. İşte zurnanın zırt dediği yer de burası: Kadim kadın/çocuk köleliği rejimiyle “modern aile” dediğimiz şey, aynı zaman/mekân yapısı içinde birlikte var olamazlar.

Olsa olsa bir çuvala tıkılmış kediler kadar var olabilirler, sürekli birbirlerini tırmalayıp ısırarak, parçalayarak.

Çağımız bu örtük kavganın şahidi: Ensest yasağı rejimiyle tecavüzcü babalar, amcalar, ağabeyler, dedeler yan yana duruyor. Katolik nikâhları yok artık, kadının ömrünün sonuna kadar bir erkeğin malı olduğu düzen bitiyor; boşanmak diye bir seçenek var mesela.

Çocukları devlet korumuyor mu? Saf olmayalım; burada acımasızca süren bir mücadele var ve şimdilik kaybedenler, arada kaynayanlar kadınlar ve çocuklar: Öldürülüp çuvala tıkılıyorlar, tacize, tecavüze uğruyorlar; dayak yiyorlar katlediliyorlar.

“Ama bizim ailemiz hiç böyle değil ki! Biz mutlu-mesut geçinip gidiyoruz!” diyeceklere de iki cevap verilebilir:

1- Hele bekleyin biraz, bu çağ daha bitmedi.
2- Herkesin özgür olmadığı bir dünyada hiç kimse özgür değildir.

– Ailenin Ötesi kitabınızda gelecekteki nesiller adına farklı bir aile, üreme, cinsellik ve kardeşlik rejimi inşa etmenin önemini ve gerekliliğini vurguluyorsunuz. Bu yeni rejim inşa edilirken toplumsal direnişler olmaz mı?

Olmaz olur mu, olur, zaten oluyor.

Kadın ve çocuk katillerinin sayısı hızla artıyor mesela; çünkü çökmekte olan aile kurumu karşısında o zavallı erkekliklerinin hükmü kalmıyor giderek, şiddetten başka başvuracakları araç kalmıyor. O zaman eşlerini, eski eşlerini ya da sevgililerini dövmekten, öldürmekten başka çare düşünemez oluyorlar; arada çocuklar da payını alıyor bu dirençten.

LGBTQI’lere şeytan muamelesi yapılıyor mesela. Ama trans seks işçilerine sorsanız, o şeytanlaştıran “has erkeklerin” bir kısmının müşterileri olduğunu söyleyeceklerdir size. Bütün bunlara erkekliğin, babalığın, ataerkilliğin zavallıca bir son direnişi demek mümkün kesinlikle.

Ancak “son” diyerek de önemsizleştirmeyelim: Bazen “son”lar bir senfoni finali gibi uzayıp gidebilir. Ama merak etmeyelim, er geç biter.

“Hepimiz Oidipal çocuklarız, ama hiçbirimiz Oidipus değiliz”

– Bireylerin aileleriyle olan bağlarını ve geçmişlerini eleştirel bir gözle incelediklerinde, şikâyetlerinin kökeninin aile yapısında bulabileceklerini ifade ediyorsunuz. Bu farkındalık, bireyleri nasıl bir varoluşsal sorgulama sürecine yönlendirir?

Babalarını öldürüp anneleriyle yatmaya yönlendirmez elbette. Hepimiz Oidipal çocuklarız, ama (küçük bir azınlık dışında) hiçbirimiz Oidipus değiliz.

Belki de önce kendi başlarına varolmayı, o da yetmezse (bir gün mutlaka yetmeyecektir), seçtikleri, kendi kurdukları kardeşlikler ve yoldaşlıklar içinde var olmayı öğrenmelerini sağlar.

Başımız sıkıştığında ailemize koşmaya, yardım talep etmeye alışkınız. Unuttuğumuz şey bu alışkanlığın bir bedeli olduğu.

Kapitalist düzende hiçbir şey bedava değil. Ailemize sığındığımızda bunun bedelini mal ya da para olarak ödemek zorunda kalmayabiliriz (ki zorunda kalanlar da yok değil); ama o bedel mutlaka ödenir: Boyun eğme yoluyla, “E, artık bir torun isteriz”lere, “Torun isteyen sendin, şimdi de bak bakalım”lara razı olma yoluyla, özgürlüğümüzden adım adım feragat edip, bir gün geriye hiçbir şey kalmamış olduğunu görüverme yoluyla.

“Ölmüş olan babalar, artık üzerinizde hâkimiyet kuramaz…”

– “İyi baba, ölü babadır” ifadesi beni derinden etkiledi ve düşündürdü. İronik bir ifade olsa da neden iyi baba ölü babadır? Bu çıkarımı biraz anlatır mısınız?

Yanlış anlaşılmasın, kimseye “babalarınızı öldürün” diyor değilim (böyle anlayan bazı aklıevveller de olmadı değil).

Neden öldüreceksiniz ki? Onlar da sizin gibi birer kurban sonuçta.

Sorun babalarla değil, babalık rejimiyle. Benim “İyi baba ölü babadır” derken kastettiğim şu: Ölmüş olan babalar artık üzerinizde hâkimiyet kuramaz, onların arzuları önemli olmaktan çıkar. Tersine siz, eğer erkekseniz, tıpkı Hamlet gibi kendi arzularınızı onların üzerine yansıtıp gerekçelendirebilirsiniz; yani sizin kendi “baba” egemenliğinizi kurmanın aracısı olur babanın hayaleti. Yani uzun lafın kısası, bu ironik bir ifade.

“Ailenin çöküşü bir fırsattır, ama aynı zamanda bir felakettir de”

– Türkiye’de aile yapısının çözülmesi, erken yaşta evliliklerin ve kadına yönelik şiddetin artmasına yol açıyor. Aile yapısının çöküşü, toplumsal cinsiyet eşitliği ve bireysel özgürlüklerin genişlemesi için bir fırsat sunabilir mi, yoksa bu süreç daha çok toplumsal şiddet ve kontrol mekanizmalarının sertleşmesine mi yol açar?

İşler düzelmeden önce mutlaka kötüye gider bir süre. Evet, ailenin çöküşü bir fırsattır, ama aynı zamanda da bir felakettir de. O yüzden bu felakete karşı bir araya gelmemiz, örgütlenmemiz gerek.

Aile çökerken onun yerini alacak düzen, isterseniz ona “yeni aile” de diyebiliriz, gökten inmeyecek, boşluktan zuhur etmeyecek. Yeni aile, bizim kadim, on binlerce yıllık aile rejiminin çöküp üzerimize yığılmasına karşı kuracağımız genetik olmayan kardeşliklerden, yoldaşlıklardan belirecek.

“Aile; çökmeden önce de çökerken de çocukların istismarının esas mekânıdır”

– Kitaptaki Abel ve Harlow’un araştırması, çocuk istismarının aile içi dinamiklerle ilişkisini ortaya koyuyor. Ülkemizde de her gün 45 çocuk kayboluyor, beş çocuk istismar nedeniyle hayatını kaybediyor. Ailenin Ötesi kitabınızda, aile yapısının çöküşüyle birlikte bu tür istismarların artışı arasında nasıl bir bağlantı kuruyorsunuz? Sizce bu artışın temel nedeni çöken aile sistemi mi?

Bunların nedeninin çöken aile olduğunu söylemek abartı olur. Çocuk istismarı her zaman vardı. Antik Yunan’da kural bile olmuştu. Ergen oğlan çocuklarının yetişkin erkeklerin “sevgilisi” olması her zaman rızayla mı oluyordu? Yeniçerilerin “civelekleri” kaç yaşındaydı? Gönüllü müydü hepsi? Katolik kilisesindeki çocuk istismarları yeni mi başladı? Modernite ve modernite ile birlikte ailenin çözülmeye başlaması, çocuk istismarını görünür kıldı sadece. Halının altına süpürülmesini, kırılan kolun yen içinde kalmasını iyice zorlaştırdı. Böylece hepimize de bir görev yükledi.

Aile; çökmeden önce de, çökerken de çocukların istismarının esas mekânıdır. Demek ki başka bir cinsellik ve kardeşlik rejimi kurulmadan, çocukları istismardan korumak mümkün değil.

– Sevgili ailemiz ne olacak? Daha sevgi dolu bir yapı mümkün mü?

“Sevgili ailemizin” içinde yalnızca şiddet, yalan, çocuk istismarı, taciz, tecavüz, kadına ve çocuğa karşı şiddet yok tabii ki. Sevgi, bakım ve dayanışma da var. Ancak bu özellikler diğerleri tarafından gölgeleniyor, tabir caizse tutulmaya uğruyor.

Bu özellikleri birbirinden, sapı samandan nasıl ayırırız? Nasıl bir harman gerek? Daha sevgi dolu, bakıma ve özene öncelik veren bir insan ilişkileri ağı tabii ki mümkün.

Ama buna ulaşmanın yolu muhafazakârlıktan (“Her ne pahasına olursa olsun kutsal ailemizi koruyalım!”) ya da aldırmazlıktan (“Böyle gelmiş böyle gider!” ya da “Amaaan, bana mı kaldı!”) geçmez. Mücadeleden ve örgütlenmekten geçer.

“Yeni bir cinsellik ve kardeşlik düzeni için örgütlenmenin ilk adımları…”

– Başka bir aile mümkün mü? Başarabilecek miyiz?

Mümkün tabii. Biz eski, sömürücü, köleleştirici, katil düzene karşı mücadele ederken, örgütlenirken, o ailenin temelini atmaya başladık bile.

– Son olarak İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması, kadına yönelik şiddeti önleme çabalarını nasıl etkiler? Bu karar, aile yapısının çözülmesiyle bağlantılı olarak toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadınların hak mücadelesi üzerinde nasıl bir etki yaratır? Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

İstanbul Sözleşmesi’ni geri getirmek kendi başına hiçbir şeyi düzeltmez. Sonuçta o sözleşmeyi hazırlayıp kabul edenlerle silip yürürlükten kaldıranlar farklı kişiler ya da anlayışlar değil.

Ama İstanbul Sözleşmesi’ni geri getirmek için mücadele etmek, en çok ihtiyacımız olan şeyi, yeni bir cinsellik ve kardeşlik düzeni için örgütlenmenin ilk adımlarını sağlayabilir. Hedef yolun kendisidir; kazanım mücadelededir.

Bülent Somay kimdir? 1956’da İstanbul’da doğdu. İngiliz Dili ve Edebiyatı alanında Lisans ve Yüksek Lisans (Boğaziçi Üniversitesi 1978, 1981), Psikososyal Çalışmalar alanında Doktora derecesi (Birkbeck College, 2013) sahibi.  2000-17 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Edebiyat ve Kültürel İncelemeler konularında dersler verdi, 2008-17 yılları arasında Kültürel İncelemeler Yüksek Lisans Programı Direktörlüğü yaptı. Türkçe ve İngilizce çok sayıda kitabı olan Somay 2017-23 yılları arasında Türkiye dışında yaşadı. 2021-23 yıllarında Berlin, Off-University’de çalışan Somay, 2023 yılında Türkiye’ye döndü.
0 Shares
You May Also Like

Biz kimiz?

Enternasyonal Dayanışma, işçi sınıfının kolektif ve kitlesel mücadelesiyle dünyanın daha eşit, adil ve özgür bir yere dönüşeceğini savunan…