Neden Enternasyonal Dayanışma?

0 Shares
0
0

Elinizdeki dergiyi hazırlayan siyasi grup, Uluslararası Sosyalist Akım’ın Türkiye örgütündeki bir dizi politik ve örgütsel tartışmada belirli bir çizgiyi savunarak şekillendi. Sola ilgi duyanların, mücadele eden aktivistlerin sık sık sosyalistlerin bölünmelerinden şikâyet ettiğini duyarız. Bu serzeniş sola sempatiyi ifade eden içgüdüsel bir refleks olarak değerlendirilmeli; fakat içerikten yoksun soyut bir “birlik” perspektifinin de pek işe yaramadığını biliyoruz. İşçi hareketinin geleneğine ilişkin siyasi ve örgütsel saptamaların birlikte iş yapmayı imkânsız hâle getirdiği koşullarda maalesef ayrılık kaçınılmaz olabiliyor.

Enternasyonal Dayanışma’yı oluşturanlar, DSİP içerisindeki saflaşmada üç konuda son derece net bir tutum aldılar.

Kimlikçilik mi, sınıf mı?

Birincisi, işçi sınıfını toplumsal dönüşümler için merkeze koyan aşağıdan sosyalizm teorisine bağlılık. Burada “gelenekçi” bir romantizmden, dogmatik bir Marksizm yorumundan bahsetmiyoruz. Solun içinde, mücadele edenlerin tartıştığı, birçok farklı toplumsal hareketin içinden çıkan yeni perspektifler, zengin bir teorik çerçeve var. Buraya gözünü kapayan, buradan beslenmeyen, etkileşim hâlinde Marksist teoriyi güçlendirmeyen bir siyasi çizginin günün gerekliliklerine ayak uydurma şansı yok. Bugün sosyalistlerin de sahiplendiği birçok ilke, böylesi birlikteliklerin sonucu olarak içerildi.

Ancak neoliberalizmin emek hareketinin toplumda tuttuğu yere, örgütlenmesine ve gücüne verdiği zarar, epeyce bir süredir yeni bir durum yaratıyor. Konu böylesi bir “içerme” süzgecinden çok daha ötesine gidiyor. İşçi hareketinin daha zayıf olduğu koşullarda kimlik hareketlerinin elde ettiği pratik güç, kimlik hareketlerinin kurduğu hegemonyanın sosyalist örgütler içerisinde de etkili olması anlamına geliyor. Yani kimlik hareketlerinin veya diğer toplumsal mücadelelerin içerisinden çıkan, baskı biçimlerini sınıf ilişkileri dışındaki nedenlerle açıklayan ve çözümleri için de birleşik bir işçi sınıfı hareketinden farklı modeller öneren görüşler, sol hareketleri de etkilemeye başlıyor. Bu kaçınılmaz bir durum, “keşke olmasaydı” diyecek değiliz. Ama buna teslim olmayıp tartışma yürüteceğiz; en azından Marksizm’in teorik ve politik haklılığının devam ettiğini düşünenler olarak böyle yapıyoruz.

Marksizm’in baskı biçimlerinin neden var olduğuna ve nasıl işlediğine dair sınıflı toplumların tarihi ve kapitalizmle ilişkili açıklamaları, bu baskıyı görenlerin direnişinin içinde yer alan fikirlere üstün olduğunu düşünüyoruz. Bunu düşünmek tek başına yeterli değil. Hareketlerin ve mücadelelerin içinde yer alırken bunları tartışıyor, bu fikirlere hareketin aktivistlerini kazanmaya çalışıyoruz.

Son iki yıllık süreçte yaşadığımız tartışmalarda, daha önce bahsettiğim hegemonyanın ne kadar etkili olabildiğini gördük. Kimlik hareketlerinin içindeki ortalama fikirler, ciddi bir teorik arka plana yaslanarak siyasi mücadeleye atılmış yılların aktivistlerini bile etkileyebiliyor. Hareketin “ortalama bilinci” olmadığı iddia edilebiliyor. Hareketlerin içinde yer alıp fikirlerini tartışmak “güven kazanma” adı altında belirsiz bir geleceğe atılabiliyor. Çeşitli kimlikçi politikalarla Marksizm arasında “aşılmaz bir duvar olmadığı” iddia ediliyor. Dolayısıyla buralardan süzülen bir fikir demeti, Marksizm’in temel tezlerini aşındıra aşındıra politik netliği kaybettiriyor. Solda, işçi hareketi zayıf bir durumda olduğu için popüler olmuş kimlikçi fikirlerin hegemonyası, devrimci sosyalist örgütlerin içine de sokulabiliyor. İşte Enternasyonal Dayanışma, bu geri çekilişe bir itiraz ve direnç noktası olarak doğdu. Bütün haklı mücadeleleri ve kimlik hareketlerini koşulsuz desteklemekle birlikte, eleştirelliğini korudu; bu hareketlerin içindeki farklı fikirlere karşı işçi sınıfının toplumu değiştirmedeki merkezi rolünü tartışmayı sürdüren bir hattı sahiplendi.

Hareketçilik mi, örgüt mü?

Ayrışmanın ikinci temel başlığı, ilk sorunun pratik faaliyetteki yansımasıydı. Enternasyonal Dayanışma aynı zamanda hareketçiliğe, disiplinli bir örgüt inşa etme faaliyetinin yadsınmasına, dolayısıyla devrimci çekirdek anlayışının inkârına direnç gösterenler tarafından kuruldu. İlkiyle bağlantılı olduğunu laf olsun diye söylememekteyiz. İşçi sınıfının bilincinin eşitsiz geliştiğini kabul etmezseniz, bazı işçilerin ve aktivistlerin diğerlerinden daha “ileri” noktada olduğunu reddederseniz, hareketlerin “ortalama bilinci” diye bir şeyin olmadığını iddia ederseniz, öncü işçilerin bir araya geldiği bir örgüt fikri de size yabancı gelmeye başlar.

Bunun pratikteki yansımalarıyla epeyce bir süre uğraştık, sonunda iki ayrı eğilim bir arada yaşayamaz hâle geldi. Akım örgütlerinin tarihsel sürecinde, 1999’da Seattle’da başlayan antikapitalist hareketle birlikte kampanyacılığı öne koyan, antikapitalist hareketi her yerde inşa ederek sokağa çıkan yeni aktivist kuşaklarla buluşmayı önemseyen, %90 oranında anlaştığımız aktivistlerle birlikte hareket etmek gerektiğini savunduğumuz bir dönem yaşandı. Gerçekten de o dönem muazzam hareketler vardı ve her ülkede binlerce insanla ilişkilenme şansı bulduk. 2008’den itibaren Avrupa’da grev dalgaları, 2011’de başlayan Ortadoğu devrimleri, Türkiye’den Brezilya’ya sokak hareketlerinin patlak verdiği 2013 yılı gibi bir döngünün sona erişiyle birlikte, son 10 yılda yine Uluslararası Sosyalist Akım’ın tüm örgütleri bu geri çekilmeyi saptayarak, bu dönemde asolanın kendi örgütlerimizi inşa etmek olduğu yönünde bir yere çubuğu büktük. DSİP de enternasyonal bir örgüt olarak bu perspektifin bir parçasıydı, buna göre hareket etti. Hatta Türkiye’deki özel koşullarda, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası girilen sert OHAL ortamında, partinin bütünlüğünü süreklileştirmek için devrimci örgüt inşasını iyice merkeze yerleştiren bir faaliyete geçtik.

Deyim yerindeyse, bu faaliyet kimilerinin canını “sıktı”. Gerçekten de iğneyle kuyu kazmak gibi gözüken faaliyetler oldukça sıkıcı. Tony Cliff’in dediği gibi: “Ben de sevmiyorum, berbat bir şey. Ne var ki, gerekli”. İşte politik perspektifteki bulanıklaşma, bu gerekliliği de tartışılabilir kılıyor ve partiyi farklı tasarlamanıza yol açıyor. Parti; devrim için gerekli, hareketlere müdahale ederek insan kazanmak üzere öncü aktivistleri birleştiren bir araç olmaktan çıkıyor; birçok konuda anlaşan insanların yaptığı faaliyetlerin bileşkesi şeklindeki amorf bir yapıya dönüşüyor. Örgütlenme faaliyetinde birleştirici ve inşa edici rolüyle matbu yayın yadsınıyor, online yayın ve sosyal medya aktiviteleri keyfe keder hâle geliyor, birim toplantıları önemsiz görülmeye başlanıyor ve aksatılıyor, hareketler içinde “sekterlik olmasın” diye örgütün görünürlüğü ve araçları geri çekiliyor, rutin kamplar iptal ediliyor, STK’ların teamülleri örgüte ders verilerek anlatılıyor.

Ayrışma sonrası iki tarafın da kendi doğru bildiklerini yaptıklarını ve buradaki farkın net bir şekilde görünür olduğunu söylemek zorundayız. Enternasyonal Dayanışma, Uluslararası Sosyalist Akım’ın genel eğilimi doğrultusunda, bugün en önemli görevin devrimci örgütü inşa etmek olduğunu düşünüyor ve bunu “bürokratik bir anlayış” olarak gören hareketçi tutumu mahkûm ediyor. Elbette bu hiçbir biçimde sekterlikten, dış dünyayla aramıza duvarlar örme isteğinden kaynaklanmıyor. Filistin’le dayanışmanın, göçmenlerin yanında ırkçılığa karşı çıkan hareketlerin merkezindeyiz ve bunları inşa ediyoruz. Birden fazla şehirde emek hareketinin içinde yoldaşlarımız var. Ancak hayali bir takım “öfkeli kalabalıklar” analizi yapmıyoruz, Seattle döneminde olmadığımızı söylüyoruz ve buna göre siyaset yapıyoruz.

Özetleyecek olursak, Enternasyonal Dayanışma eldeki verili gücün ve kaynakların kullanımı konusunda, tüm toplumsal mücadelelere katılım sağlama çabasıyla birlikte, devrimci örgüt inşasını öne koyan bir perspektifin ürünü olarak hayatına başladı.

CHP’cilik mi, bağımsız antikapitalist bir sol mu?

Üçüncü önemli fark ise Türkiye siyasetinde devrimci Marksizmin geleneksel konumlanışı, daha spesifik olarak söylersek CHP’ye yönelik tutum üzerine. Yerli milli AKP-MHP koalisyonunun merkez sağ ile aşırı sağ arasında bir yerlerde salınan çizgisi, Türkiye’de yıllardır siyasetin sağ alanını tamamen kapladı. CHP, hem tarihsel anlamda devletin kurucu partisi olarak, hem de AKP’nin 22 yıllık iktidarının ilk yarısında çözüm süreçlerini “vatan hainliği” diye kodlayan milliyetçiliğiyle, hem de bugün hâlâ göçmenleri göndermeyi çözüm sayan ırkçılığıyla ne kadar sağcı olursa olsun; bu siyasi denklemde AKP’nin söylediklerinin tersini söylemek için bazı konularda değişime daha açık bir noktada duruyor. AKP’yi gönderme “umudu” olarak seçimlerde “basgeç” politikası, 2014 yerel seçimlerinde ilk başladığında daha güçlü karşı koyabildiğimiz, Gezi direnişinin ruhuyla “Ne AKP neoliberalizmi ne CHP kemalizmi” diyerek geçit vermediğimiz bir çağrıydı. Gerçek bir sol alternatif ortaya çıkamamış olsa da, Kürt halkının barış sürecinden gelen iştahını arkasına alan HDP’nin rüzgarı güçlüydü ve üçüncü seçenek olarak işaret edilebiliyordu. Zaman içinde gelinen noktada Kürt hareketinin de CHP’ye teslim olmasıyla, solda CHP’yi “AKP’yi göndermek için” adres olarak gösterme eğilimi genişledi.

AKP-MHP’nin gitmesinin, Türkiye’deki demokrasi ve özgürlük sorunlarının çözümünün önünü açacağı aşikâr. Ama burada CHP’ye hiç güvenmeden, onun egemen sınıf partisi olma karakterini ve kadim milliyetçiliğini hatırlayarak, işçi sınıfının ve ezilenlerin kendi mücadeleleriyle aşağıdan gelen bir basınç inşa edilmedikçe egemen sınıf partileri hiçbir hakkı bize kendi kendine teslim etmeyecektir. Enternasyonal Dayanışma, bunu savunanların birliğidir, CHP’nin öncü işçilerin baktığı parti olduğu ilüzyonuna kapılmadan, CHP liderinin Erdoğan ile laf dalaşında kullandığı jargona yaslanmayan, egemen sınıfın iki kanadına da netçe tutum almak gerektiğini savunanlar tarafından kurulmuştur. Bu bahsettiğimiz, Uluslararası Sosyalist Akım örgütlerinin Türkiye’deki klasik konumlanışıdır. Bunu terk edenlerin savruluşu, bu klasik konuma “AKP aşıkları”, “AKP yağdanlıkları” diyecek kadar zavallıca bir noktaya kadar varmıştır. Bu seviyesiz sözler, ulusalcı solun geleneksel itibarsızlaştırma girişiminin tıpatıp aynısıdır.

Bunun karşısında Enternasyonal Dayanışma, egemen sınıfın farklı kanatlarının partilerinin karşısına antikapitalist özgürlükçü bir sol sesi çıkarma gayesiyle kuruldu.

Enternasyonal sol

Enternasyonal Dayanışma’nın ortaya çıktığı dönemde birçok başka partide de benzer krizler yaşandı. SDP, TÖP, TİP, TKH gibi partiler bölündü. Uluslararası solda da epeyce bir süredir benzeri bir tıkanıklık var. İngiltere, Fransa ve ABD’de devrimci solun en büyük örgütleri (SWP, LCR, ISO) 2013’ten bugüne ciddi krizler ve bölünmeler yaşadılar. Bize göre krizlerin kökeninde aynı şey yatıyor. Doğu Bloku’nun yıkılışının ardından birkaç yıl sonra, 1990’ların ikinci yarısından itibaren sınıf mücadeleleri dünyanın çeşitli yerlerinde tekrar patlak vermeye başladı. Neoliberalizmin yarattığı dünyayı emekçiler kabul etmiyordu. Önce 1999’da patlak veren antikapitalist hareket, ardından Afganistan ve Irak işgallerine karşı mücadele, daha sonra Avrupa’daki grev dalgası, Arap Baharı, meydan işgalleri derken 2019’daki “küresel isyan” döngüsüne kadar gelindi. Ancak bu kadar büyük mücadeleler olmasına rağmen, bu hareketlerin kitleselliğiyle devrimciler arasındaki açı kapanmadı, devrimci partiler ne bu hareketlere yön verebildiler ne de hareketlerin reformist fikirlerini veya sendika bürokrasisini aşmasını sağlayabildiler.

Bu şüphesiz üzerine düşünülmesi gereken bir sorundur. Üzerine düşünmek istemeyenler, Marksizm’in o veya bu noktasını terk edip başka yerlere yelken açmanın daha mantıklı olabileceğini öne sürüyorlar. Hepsinin aynı şablona oturduğunu söyleyemeyiz ama uluslararası düzlemde ve Türkiye’de zaten küçücük olan örgütlerin bölünüyor olmasının arkasında yatan temel dinamiğin bu olduğunu düşünüyorum.

Ne yapmalı?

Heyhat, devrimci partilerin bir türlü büyüyemedikleri için demode olması bir kenara, bugün onları büyütmeye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Dünyanın farklı yerlerinde hem otoriter rejimlerin hem de aşırı sağın yükselişi, liberal kapitalizmin “medeniyet” diye tanımladığı, oysa ezilenlerin aşağıdan mücadeleleriyle kazanılmış olan tüm hakların tehdit altına girdiği bir ortam yaratıyor. Göçmenler, LGBTİ+lar, kadınlar, sendikalar, solcular, Filistinliler, sokak hayvanları, hepsine karşı farklı yerlerde farklı düzeylerde nefret örgütleniyor. Ekonomik krizlere ve kâr oranlarının düşme eğilimine çare bulunamadıkça fatura emekçilere çıkartılıyor. Tüm kapitalist devletler büyük bir savaşa hazırlanır gibi silahlanıyor.

Böylesi bir dünyada devrimci fikirlerin reformizme karşı galip gelmesi çok çok önemli. Zira örneğin Almanya’da sosyal demokratlar sınır kontrollerinin yaygınlaştırılmasını ve Suriyelilerin “güvenli” olduğu iddia edilen ülkelerine dönmelerini savunuyor. Devrimci fikirlerin galip gelmesi için de devrimci örgütlerin büyümesi, yaygınlaşması, etkin hâle gelmesi gerek. Bu da elbette hareketlerin içinde eriyerek, oralardaki her tür fikre taviz vererek, “güven verme” adı altında eylemlere yayın götürmeyi bırakarak, örgütsel rutinleri ihmal ederek yapılabilecek bir şey değil. Enternasyonal Dayanışma tam da buna teslim olmayanların, bir yoldaşımın deyimiyle “kimlik kartı olan partili komünist” geleneğini gelecek kuşaklara taşıyan, dünyayı değiştirmek için örgütlü mücadele gerektiğini bilenlerin yeri.

(Enternasyonal Dayanışma dergisinin ilk sayısında yayımlanmıştır.)

Yazar

0 Shares
You May Also Like

Biz kimiz?

Enternasyonal Dayanışma, işçi sınıfının kolektif ve kitlesel mücadelesiyle dünyanın daha eşit, adil ve özgür bir yere dönüşeceğini savunan…