Dünyada sağın yükseldiği, kaosun arttığı ve savaşların acımasızca devam ettiği bir dönemde maalesef halklar var olan sağcı otoriter liderlere oy vermeye devam ediyorlar. Modi oy kaybetmesine rağmen üçüncü dönem başbakanlığı kazandı. Tıpkı diğer aşırı sağcı liderler gibi yöneticiliğe doyamıyor. Putin (5. kez Rusya Devlet Başkanı), Erdoğan (3. kez Türkiye Cumhurbaşkanı), Orban (5. kez Macaristan Başbakanı), bu liste uzatılabilir…
Modi ve partisi Bharatiya Janata Partisi (BJP-Hindistan Halk Partisi) Hindistan seçimlerinde en fazla oy alan parti oldu ama hükümeti kurmak için yeterince sandalye sağlayamadığı için ittifakın içindeki partiler ile koalisyon kurmak zorunda kaldı. BJP salt çoğunluğun çok altında kaldı ve hükümeti kurmak için koalisyon ortaklarına güvenmek zorunda kaldı. Farklı siyasi görüşlere sahip düzinelerce siyasi partinin bir araya gelmesiyle oluşan The India (Hindistan) ittifakı, parlamentonun alt kanadındaki 543 sandalyeden 235’ini kazanarak Modi’nin çoğunluk kurma hayalini yıktı.
Seçim sonuçları hakkında tartışmalı yorumlar var. Bir kesim “Modi zafer kazandı” derken başka bir kesim “demokrasi kazandı, Modi istediği gibi 400 sandalye alamadığı gibi bu dönem tek adam rejimini sürdüremeyecek” diyor.
CNN web sitesinde Simone McCarthy Hindistan seçimi üzerine yazdığı analizde “Bu hafta görevinde nadir görülen bir üçüncü dönemi garantileyen başbakan, Hindistan’ı ve hızla büyüyen ekonomisini iklim değişikliği ve kalkınma gibi küresel konularda önemli bir oyuncu olarak konumlandırırken, Yeni Delhi’yi ABD için kilit bir güvenlik ortağı ve Küresel Güney’in gelecek vaat eden bir lideri olarak sağlamlaştırdı” diyor[1].
Tarihi bir üçüncü dönem için geri dönüyor olsa da birçok kişi, sonuçları, hükümeti kurmak için koalisyon ortaklarına güvenmek zorunda kalan Modi için bir yenilgi olarak nitelendirdi.
Economist’in 5 Haziran’daki “Hindistan demokrasisi için bir zafer” yazısında şöyle deniliyor: “Dünyanın en büyük seçmen kitlesi, demokrasinin dokunulmaz siyasi elitleri nasıl azarlayabileceğini, güç yoğunlaşmasını nasıl sınırlayabileceğini ve bir ülkenin kaderini nasıl değiştirebileceğini gösterdi. On yıllık iktidarının ardından Modi’nin bu yılki seçimlerde ezici bir zafer kazanacağı tahmin ediliyordu; ancak 4 Haziran’da partisinin parlamentodaki çoğunluğunu kaybettiği ve kendisini bir koalisyonla yönetmek zorunda bıraktığı anlaşıldı.”[2]
Modi’nin seçimlerde kaybetmesinin en büyük sebebi ekonomik kriz, yoksulluk ve kutuplaştırma çabaları. Perşembe günü ulusal The Hindu gazetesinde yayımlanan bir anket, Modi’ye sandıkta kaybettiren şeyin enflasyon ve Hindistan’ın çalışma çağındaki büyük nüfusunu istihdam edecek düzgün işlerin eksikliği konusundaki endişeler olduğunu gösterdi.
Diğer aşırı sağcı liderler gibi Modi de Hinduizm’i kutsallaştırarak, Müslümanlığı yererek halkları böleceğini, kutuplaştırmayı körükleyeceğini ve kazanmaya devam edeceğini düşündü. Bu strateji başarısız oldu. Özellikle, BJP’nin kalbini oluşturan, Hindice konuşulan orta ve kuzey eyaletlerde, istihdam ve enflasyon başta olmak üzere ekonomik kaygılar seçmenler için mezhepçilikten daha önemliydi. Bazı eyaletlerde seçmenler, BJP’nin ittifakının anayasayı değiştirmek için gereken üçte iki çoğunluktan daha fazlasına sahip olması hâlinde azınlıklar ve alt kast Hindular için eğitim ve devlet işlerine ayrıcalıklı erişim sağlayan bir programı kaldıracağı korkusuyla da sarsıldı. Modi bu tür planları reddetmiş olsa da partisi muhalefetin kast sayımı ve pozitif ayrımcılığın genişletilmesi çağrılarına direnmişti. Bu durum, özellikle en kalabalık eyalet olan Uttar Pradesh’te, pek çok seçmenin tüm kastlar için yaşam standartları vadeden yerel bir partiye yönelmesine neden oldu. BJP, seçimde en büyük oy kaybını çiftçilerin, alt kast topluluklarının ve daha önce “dokunulmazlar” olarak bilinen Hindistan’ın en marjinalleştirilmiş gruplarından biri olan Dalitlerin Modi’ye kitleler hâlinde sırt çevirdiği yoksul, kırsal ve işçi sınıfı bölgelerinde yaşadı.
Modi, yeni dönemde eskisi gibi tek adam rejimini sürdüremeyeceği gibi, Müslümanlara dönük düşmanlıktan da geri adım atacağa benziyor. En büyük iki küçük koalisyon ortağı, sırasıyla 16 ve 12 sandalye kazanan bölgesel partiler Telugu Desam ve Janata Dal partileri, Müslüman seçmenlerden önemli destek alıyor ve Modi’nin Hindutva programlarının bazılarının ılımlaştırılmasında rol oynayabilirler.
Muhalefet ittifakında yer alan Hindistan Ulusal Kongre Partisi başkanı Mallikarjun Kharge, Çarşamba günü gazetecilere verdiği demeçte “Halk, BJP’ye ve onların nefret ve yolsuzluk politikalarına gereken cevabı verdi. Bu, Hindistan Anayasasını savunmak ve demokrasiyi kurtarmak için bir yetki” dedi. Modi son yıllarda Hindistan’ı anayasal olarak laik köklerinden uzaklaştırmak ve Hindistan’ı çoğunlukçu bir Hindu devletine dönüştürmek istediğini söylüyordu –ki bu, toplumlar arası şiddetin patladığı sorunlu bir geçmişe sahip dev bir ülkede potansiyel olarak derin etkileri olan bir değişiklik önerisiydi.
İçeride koalisyon ve seçmenlerin tepkileri yüzünden ekonomi ile boğuşacak olan Modi’nin dış siyasette bir değişikliğe gitmesi beklenmiyor. Amerika ile ilişkilerini geliştirmeye devam edeceği bekleniyor. Haziran 2023’te Amerika’da yaptığı ziyaret, ABD Kongresi’nde iki kez konuşma yapan üçüncü devlet başkanı olması ve Biden ile samimi pozlar; hepsi Hindistan halkına Amerika’nın Modi’yi nasıl önemsediğini gösterme stratejisinin sonuçlarıydı. Modi, ABD, Japonya ve Avustralya ile dörtlü güvenlik grubunun bir parçası olarak güçlü bir Çin’e karşı yüksek teknoloji ve savunma alanındaki işbirliğini genişletmeyi hedefliyor.
Bu işbirliğinden son derece memnun olmasına rağmen Modi, Hindistan’ın stratejik özerklik politikasını korumayı hedefliyor. Geçmişte buna ilişkin adımlar atmıştı. Örneğin Yeni Delhi, ABD’nin ortaklarına savaş hâlindeki ülkeyle ilişkilerini kesmeleri yönündeki baskılarına rağmen, Rusya ile yakın ilişkilerinden vazgeçmeyi reddetti. Hindistan’ın ekonomik olarak ucuz Rus petrolüne ihtiyacı olduğundan bu tavrında bir değişiklik beklenmiyor.
Bu, sadece Hindistan’ın uyguladığı bir politika değil tabii ki. Özellikle Türkiyei hem Ukrayna ile hem Rusya ile ticareti devam ettiriyor. Bu ikili tavır alma hem Biden tarafından hem Putin tarafından sık sık eleştiriliyor.
Hindistan seçimi bize bir kez daha iki şeyi gösterdi.
Birincisi, Türkiye’de çoğu devrimcinin inandığı gibi yoksulluk, kaos gibi şeyler sadece radikal sol alternatifleri değil radikal sağ hareketleri de iktidara getirebilir.
1930’lar bize bunu çok iyi göstermişti. Troçki, Faşizme Karşı Mücadele kitabında yazdığı sayısız makalede bunu anlatmaya çalışmıştı. Derin yoksulluk, siyasi altüst oluş dönemlerinde işçi sınıfının içinde net bir sol alternatif çıkmazsa yoksullaşan, proleterleşen orta sınıfın desteklediği aşırı sağın, burjuvazinin mecbur kaldığı sağ, hatta faşist partilere dönmesi an meselesidir.
2010’larda yavaş yaşanan, 2020’lerde hızlanan süreç bu. Son 20 yılda Yunanistan’da Syriza, Almanya’da Die Linke, İspanya’da Podemos gibi sol kitlesel partiler özellikle iktidara geldiklerinde öyle bir hayal kırıklığı yarattılar ki[3] insanlar var olan siyasi partileri ehveni şer görmeye başladı.
Halkların sağcılara oy vermesini onların suçu olarak görmekten vazgeçip gerçek alternatifler kurmak gerektiği bir kez daha kanıtlandı.
İkincisi ise pek çok anti demokratik uygulamaya rağmen Modi’nin çoğunluğu kazanamaması halkların otoriterliği durdurabileceğini de gösterdi.
Financial Times’ta Raghuram Rajan yazısında şöyle diyor:
“4 Haziran’da Hindistan’da demokrasi kazandı; bu zafer bilge bir seçmen tarafından verildi. Başbakan Narendra Modi’nin giderek otoriterleşen hükümeti çoğunluğu sağlayamadı ve şimdi iktidarda kalmak için koalisyon ortaklarının desteğine ihtiyaç duyuyor. Seçimler ülke için ekonomik ve siyasi açıdan iyiye işaret.
Geçen yıl Polonya’da olduğu gibi bu seçim de otoriterliğin durdurulabileceğini gösteriyor.”[4]
Modi’nin tek başına hükümet kuramamasını sağlayan seçmen iradesini, otoriter rejimlerin köklü değişiklik taleplerine karşı çıkış olarak yorumlayan McGill Üniversitesi’nden Paul, seçmenlerin “kendilerine dayatılan her türlü otoriter düzene karşı geniş çaplı bir meydan okuma yapabileceklerini zaman zaman gösterdiklerini” söyledi.
Seçimleri aşırı sağın kazanmasının, otoriterleşmeyi engelleyememenin sebebi işçi sınıfına tüm krizlerden çıkışın sistemin değişmesi ile mümkün olacağını söyleyen bir devrimci partinin yanı sıra demokrasinin sokakta mücadelede kazanacağını anlatan anti-kapitalist kitlesel sol partilerin eksikliğidir. Seçimlere takılı kalmak, işçi sınıfının, muhalefetin kitlesel mücadele gücüne güvenmemek aşırı sağın daha da güçlenmesine olanak veriyor.
Yıldız Önen
[1] https://edition.cnn.com/2024/06/08/india/modi-india-foreign-policy-intl-hnk/index.html
[2] https://www.economist.com/leaders/2024/06/05/a-triumph-for-indian-democracy
[3] https://isj.org.uk/revolutionaries-and-elections/
[4] https://www.ft.com/content/3464031d-a1c3-4e1c-b6c3-5c65db1493e0