Ulus devlet ideolojisi, milliyetçilik ve laik eğitim – Armanç Toprak

0 Shares
0
0

11 Haziran 2024 Salı günü Eğitim Sen, yeni eğitim öğretim döneminde uygulanmaya başlanacak olan ‘yeni’ müfredatı, ülkenin dört bir yanında protesto etti. ‘Parti programı’ olarak nitelendirilen ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ne karşı Ankara, İzmir ve İstanbul, Bursa başta olmak üzere, on binlerce veli platformun çağrısıyla çocuklarını okula göndermezken, Eğitim Sen de kent meydanlarında eylem yaptı.

‘Parti programı’ kavramı aslında oldukça yerinde bir kavram. Tarihsel olarak bakıldığında, sadece günümüzü ilgilendiren bir olgular dizisi yok karşımızda. MEB’in kurulduğu günden bugüne kadar eğitim programlarına baktığımızda siyasi iktidarlardan bağımsız bir şekilde sadece eğitim bilimlerini temel alarak, evrensel ölçütlerle belirlenen bir müfredata sahip olmadığını görüyoruz. Parti programlarıyla yönetildi eğitim öğretim ilişkileri, yüz yılı aşkın süredir. Okullar, cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar resmi devlet programı olan Kemalist ideolojinin arka bahçesi ve insan kaynakları olmaya devam etti. Yine bu ideolojiden ayrı bir şekilde düşünülemeyecek olan vakıf, dernek, cemaat ilişkileri, her ne kadar güç kazanıp güç kaybettiği dönemler olsa da, günün sonunda kazanan hep egemen ideoloji olan Kemalizm oldu. Herhangi bir vakıf, dernek, cemaatin, artık adına ne derseniz deyin, egemen ideolojiden icazet almadan, Kemalizm’in eğitim ve öğretim ilişkilerinde en önem verdiği şey olan milliyetçilik fikrini kendine rehber edinmeden varlığını devam ettirmesi imkânsızdır. Bu oluşumlar “Türk dilini ve Türk bayrağını dünyanın her yerinde yaşatıyoruz” diyerek egemen ideolojinin kendilerine verdiği görevi hep yerine getirdiler, karşılığını ise iddia ettikleri gibi Allah’tan değil devletten beklediler. Şimdiki cumhurbaşkanının o dönem için söylediği söz kulaklarımızda “Ne istediniz de vermedik?”; doğru almadıkları bir şey kalmadı, Kemalizme, devlete olan sadakatlerinin karşılığını da misliyle aldılar.

Din ve inanç kisvesi altında milliyetçilik hep kazanan oldu. Bu temel sorunu görmeden eğitim dinselleştirildi eleştirisi oldukça havada kalıyor. Çünkü eğitim hep ‘dinselleştirilmişti’, buradaki din kavramı bizim kavrama yüklediğimiz anlamdaki ‘din’ değildir. Milliyetçilik dinidir.

Parti programı söylemini sadece AKP’nin iktidarıyla başlatmak açıkçası hem AKP’yi yaratan koşulları görememek hem de Kemalist ideolojinin etki alanını küçümsemektir. AKP’nin ilk yıllarında esen ‘konuşabiliriz, tartışabiliriz, yüzleşebiliriz’ rüzgârları döneminde İnkılap Tarihi derslerinin kaldırılması bir ara gündeme gelmişti. Bu gündeme geldiğinde “şeriat geliyor” yaygarasını koparıp AKP’nin neoliberal parti olduğunu göremeyip onu dinci bir parti olarak görenler hâlâ aynı yerde sayıp duruyor. AKP ile şeriat gelmeyecek ama neoliberal politikalarıyla işçi sınıfına saldırıları hız kesmeden üzerimize üzerimize gelmeye devam edecek. Kamusal zeminin ayağımızın altından kayıp gittiğini, eğitimden sağlığa kadar her alandaki özelleştirme politikalarıyla, halkı sürekli vergilendirmeyle, yarattığı ekonomik krizlerle, hayat pahalılığıyla sürekli üzerimize, işçi sınıfına saldırılarının ardı arkasının gelmeyeceğini görmek gerekiyor.

AKP açısından 2000’li yılların başında Kemalist eğitim ideolojisinin bir an önce temel konularının değil ama bazı başlıklarının revize edilmesi, ‘artık bizim dönemimiz’ denilerek etrafındaki STK’larla eğitim öğretim işlerini kendilerince bir düzene sokma çabası hızla başlamıştı. Geçen yirmi yılı aşkın sürede sonuç ne oldu? Yine egemen ideolojinin en ufak ayrıntıda bile kendini gösterdiği eğitim öğretim ilişkileri, yönetmelikler, genelgeler, kanunlar ve sürekli değişti gibi görünen özünün asla değişmediği müfredatlar, eğitim sistemleri sorun olmaya devam ediyor.

Bakanlığın, Türkiye yüzyılı adını verdiği maarif modeli hazırlanırken, Şubat ayında Yusuf Tekin şunları söylemişti: “Bilimin ışığında büyüyen, yerli ve millî olanı önceleyen, özünü bu topraklardan ve aziz milletimizin yüksek ahlak ve karakterinden alan bir maarif anlayışını inşa etme gayretiyle çalışıyor, çocuklarımızı bu büyük mefkûre doğrultusunda seferberlik ruhuyla yarınlara hazırlıyoruz. Birlikte, eğitimde daha güzel ufuklara…”

Bakanın bu sözlerinde devletin, egemen sınıfın etik ve ahlak değerleri, maneviyatı ve ideolojisi görüldüğü gibi her şey var. 104 yıldır vardı zaten, şimdi ortaya çıkmış bir şey değil. Sadece aktörler farklı. Bugünün muhalefeti olanlar yarın iktidar olsa da bu kavramlar müfredatın ana programlarını oluşturacaktı. Nerden mi biliyoruz? İlgililer için hemen cumhuriyet tarihinde uygulanan bir eğitim programından bahsedebiliriz. Örneğin, 1936 İlkokul Programı’ndan… 1936 programı hedeflerinden bazılarını şöyle özetlemek mümkündür.

-Kuvvetli Cumhuriyetçi, ulusçu, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçı yurttaş yetiştirmek.

-Millî vatansever ve bilimsel zihniyetli yurttaş yetiştirmek.

-Türk dilinin millî bir dil olması için yapılan çalışmalara okulun yardımcı olması.

Türkiye’de, ulus devlet ideolojisini ayakta tutacak ulus yaratma projesini hayata geçirmek üzere kullanılan, en iş gören kurumsal araç Milli Eğitim Bakanlığı’dır. Egemen sınıfın ve devletin bütün bir toplumu talim ve terbiye adı altında, iktidar ilişkilerini dayattığı; düşünceyi, inancı, bilimi, etiği ve ahlakı devletin tekeline verdiği bu bir dizi ilişkiler ağının, okul ve öğretmen aracılığıyla yaşamdaki karşılığı ise eğitim öğretim programlarıdır, müfredattır.

1920’li yıllardan 2020’li yıllara kadar değişen bir şey yok. Egemen sınıf “ben yaptım oldu” diyerek yine müfredat dayatmaya devam ediyor. Eğitimin hiçbir paydaşını işin içine katmadan sözde, ‘’görüş ve öneriler geldi değerlendirdik’’ denilerek yerli ve milli neslin yıllardır süren devamlılığı için doludizgin devam eden yüzyıllık bir süreç karşımızda. Eğitim öğretim işlerini yürüten, öğretmen, öğrenci ve velisiyle milyonlarca paydaşı olan bu gruba ‘’Eğitim Ordusu’’ demek de ancak militarist ve devletçi bir eğitimin dildeki yansımasıdır. Ordunun düşmanı da olur. Kimdir onlar? Dört yanımızı çevirmiş düşmanlar; Ermeniler, Rumlar, Kürtler, Aleviler, LGBTİ+ bireyler, kadınlar, en temel insan haklarından biri olan ana dilinde eğitim hakkını talep edenler, mülteciler, Araplar vs. Ezcümle Sünni-Türk olmayan ve Türkçe konuşmayanlar.

Sorunun asıl kaynağı “Laiklik elden gidiyor”, “AKP’nin dinci eğitimi” diye anlatılan, toplumsal kutuplaşmayı sürekli diri tutacak olan ilerici gerici tartışmaları değildir. Sorunun kaynağı devletçi, milliyetçi eğitim modelleridir. Günün sonunda kazanan egemen sınıfın bu fikirleridir. Bu fikirlere karşı mücadele etmeliyiz.

Armanç Toprak

0 Shares
You May Also Like

Seçimler, sol ve CHP – Ozan Tekin

31 Mart 2024 yerel seçimlerinde AKP-MHP ittifakının yenilgisi, Türkiye’de siyasetin düzlemini baştan aşağı değiştirdi. Tüm aktörler yeni dönemin…