ABD’nin aşırı sağcı başkanı Donald Trump bir dönem aranın ardından tekrar başkan seçildi. Onun galibiyeti, sadece dünyanın en büyük kapitalist devletini dört yıl boyunca ırkçı, göçmen düşmanı, LGBTİ+fobik, cinsiyetçi, iklim inkârcısı milyarder bir kapitalistin yönetmesi anlamına gelmiyor. İlk döneminden biliyoruz ki, Trump’ın iktidarının aynı zamanda bütün dünyada aşırı sağı koordine eden, diğer ülkelerdeki faşistlere güç ve moral veren, daha geniş ölçekli bir anlamı var. Bugünkü dönüm noktası ise küresel olarak aşırı sağın yükselişinin simgesi olan Trump’ın ABD’de hem 2016’da hem 2024’te seçimleri kazanabiliyor olması.
Olağanüstü dönemlerden geçiyoruz. Bir “felaketler çağı”. Kapitalizm çoklu krizlerle boğuşuyor ve müesses nizam bunlara çare üretemiyor. Korona krizini tüm dünyada enflasyonun yükselişi ve ekonomik krizin derinleşmesi izledi. Bunun ardından Avrupa’nın göbeğinde Ukrayna’da savaş başladı. Bir yılı aşkın süredir ise Filistin’de bir soykırıma tanıklık ediyoruz. Avrupa Birliği göçmenler konusunda “paradigma değişikliği”ni tartışıyor. Jeopolitik ve ekonomik krizlerin ürettiği sonuçlar, aşırı sağın yükselmekte olduğu siyasi zeminin temellerini oluşturuyor.
Demokrat Parti’nin başkan adayı Kamala Harris, Biden’ın ardından ilk başta kısa süreliğine bir heyecan yaratsa da bu uzun soluklu olmadı. Demokratlar, ABD toplumuna yeni ve heyecan verici bir şey vadetmiyor. Sadece “Trump korkusu” üzerinden yürütülebilen bir seçim kampanyasının sınırları görülmüş oldu.
Demokratların kaybetmesinde önemli etkenlerden biri ekonomik krizin yarattığı yıkım ise bir diğeri de hiç kuşkusuz Filistin’deki soykırıma verdikleri destek. ABD’li sosyalistler, anaakım medyanın yansıttığı görüntünün, yani ABD’nin İsrail’in soykırımını sınırlamak için yoğun bir ikna faaliyetinde olduğu algısının son derece yanlış olduğunu söylüyorlar. 7 Ekim 2023’ten bugüne ABD, İsrail’e 18 milyar dolarlık silah yardımı yaptı. 20 milyarlık bir paket daha onaylandı. 2024, ABD’nin siyonist rejime en fazla askeri yardım yaptığı yıl. Bunun yanı sıra ABD, İsrail’e ilişkin savaşlara doğrudan müdahil oluyor, Husileri vuruyor, İran’ın füzelerini düşürmeye çalışıyor, Akdeniz’e savaş uçağı gemisi yolluyor. Demokratların yönettiği ABD aynı zamanda 7 Ekim’den sonra İsrail’le istihbarat paylaşımını da genişletti.
Bütün bu manzara Biden’ın başkanlığında ortaya çıktı. Demokrat başkan, siyonist katiller bir hastaneyi vurup büyük bir katliam yaptıktan sonraki gün İsrail’e giderek Netanyahu ile bacak bacak üstüne atarak poz vermişti. Siyonist rejim Nasrallah’ı öldürdüğünde, Yahya Sinvar’ı öldürdüğünde İsrail’i kutladılar. Dünyanın gözleri önünde gerçekleşen bu soykırımın baş destekçisi olan bir siyasi gücün kaybetmesinde şaşılacak fazlaca bir şey yok. Zira Kamala Harris de Biden’ın verdiği bu görüntüyü değiştiremedi. Demokratların ulusal kongresinde Filistinliler konuşturulmadı, binanın dışında protesto eden bir durumda kaldılar. Harris sağa karşı ezilenleri birleştirecek bir hattı inşa etmedi, böyle bir niyeti zaten yoktu. Demokrat Parti’deki kapitalist sağcı statükoyu takip etti ve kaybetti.
Bu bize daha genel anlamda bir sonuç veriyor. Aşırı sağın yükselişini, egemen sınıfın neoliberal partileri durduramıyor. Tam aksine, bu partilerin izlediği politikalar bizzat aşırı sağın yükselişine zemin hazırlıyor. Her yerde aşırı sağın söylemine taviz veriyor, göçmenleri günah keçisi ilan ediyorlar. Kapitalist egemen sınıfların suçlu ilan edilmesindense başka bir günah keçisi olması merkez partilerin de işine geliyor. Siyasetin ana ekseninin bu şekilde sağa çekildiği ortamdan aşırı sağ fayda elde ediyor. Hatırlamamız lazım ki Trump’ın zaferi tek başına bir olgu değil. Aşırı sağcılar Hollanda’da iktidardalar, İtalya’da faşist bir başbakan var, Fransa ve Avusturya’da iktidarda değiller ama seçimlerde en fazla oyu faşist partiler aldı, Almanya’da bazı eyaletleri zorluyorlar, İngiltere’de %14 oy aldılar.
Aklımızda tutmamız gereken bir diğer şey ise bu yükselişin önlenebilir olduğu. Faşistleri durdurmak için ırkçılığa karşı daha büyük mücadeleleri inşa etmek gerekiyor. Bunun güzel bir örneği İngiltere. Reform UK adlı aşırı sağ partinin %14 oy almasının ardından faşistler önce Londra’da büyük bir merkezi gösteri, daha sonra bir göçmenin üç kişiyi öldürdüğü yönündeki yalan haber üzerine ülkenin her yerinde sokakları terörize eden bir kalkışma girişimi örgütlediler. Devrimci sosyalist yoldaşlarımızın da içinde bulunduğu Stand Up to Racism kampanyası, bütün bunlara karşı sokağa çıktı. Faşistler gösteri çağırdığında daha büyük bir kalabalığı karşısına çıkarmak için solun, sendikaların, sivil toplum örgütlerinin tamamını birleştirmeyi hedefleyen bir kampanya yürütüyorlar. Ülkenin her yerinde göçmenlerin sığınma merkezleri ve camiler basılmaya çalışıldığında bunu durdurmayı başardılar. Faşistler yürüyüş yapmak istediğinde karşılarına çıkıp protesto ediyorlar. Dişe diş, taviz vermeyen, göçmenleri amasız fakatsız savulan ve işçi sınıfının tüm kesimlerini birleştirmeyi hedefleyen kampanyalar aşırı sağa karşı başarı elde etmenin yegane yolu.
Şüphe yok ki Trump’ın yeniden iktidara geldiği bir dünyada bu mücadeleler çok daha keskin yaşanacak. Böylesi bir döneme girdiğimizi akılda tutarak Türkiye’de de ırkçılık karşıtı faaliyetimize, göçmenlerle dayanışmaya özel önem vermeye devam etmeliyiz. Aşırı sağın yükselişine karşı mücadele işçi sınıfı merkezli birleşik hareketleri güçlendirdiğimiz ölçüde başarılı olacak.
Ozan Tekin