People gather during a celebration called by Hayat Tahrir al-Sham (HTS) at the Umayyad Square, after the ousting of Syria’s Bashar al-Assad, in Damascus, Syria, December 20, 2024. REUTERS/Ammar

Filistin’den Suriye’ye ezilenlerin özgürlük mücadelesi

Emperyalizmin hegemonya krizi, ekonomik kriz, Trump’ın ve aşırı sağın yükselişinde cisimleşen siyasi kriz bu dergideki diğer yazılarda uzun uzadıya ele alınıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan, neoliberalizm ve Doğu Bloku’nun yıkılışıyla güncellenen uluslararası statüko sarsılıyor. Bir felaketler ve isyanlar çağından geçiyoruz. Tüm bu krizlerin ve çelişkilerin en keskin bir şekilde hissedildiği yerlerden biri ise Orta Doğu. Bölgede “kartların yeniden dağıtıldığı” gazeteciler ve siyasi analizciler tarafından sık kullanılan bir ifade olduğu için sosyal medyada müstehzi yorumlara konu olmuştu. Fakat bugünler gerçekten de taşların yerinden oynatılmaya çalışıldığı, yeni bir düzen arayışının olduğu, gelişmelere göre herkesin yeni pozisyonlar aldığı ve ittifak arayışlarında olduğu bir Orta Doğu sahnesine tanıklık ediyoruz.

Bu yeni süreci belirleyen birinci faktör, İsrail’in 7 Ekim 2023’ten beri Filistin halkına yönelik yürüttüğü soykırım. Netanyahu liderliğindeki -aşırı sağcıları da içeren- siyonist savaş hükümeti, başta Gazze’de, ancak daha sonra Batı Şeria ve Lübnan’da, bölgede ihtilaf içerisinde olduğu tüm kuvvetleri yok etmeye yönelik bir saldırı gerçekleştiriyor. Bunun yanı sıra Suriye, Yemen ve Irak topraklarına da askeri hamlelerde bulunuyor. İran’da bir Hamas liderini, Lübnan’da Hizbullah liderini ve çağrı cihazlarını patlatarak çok sayıda sivili ve Hizbullah militanını öldürecek bir askeri kapasiteyi ortaya koyarak, bölgedeki varlığına itirazları uzunca bir süre susturacak bir hegemonyayı sağlamaya çalışıyor. 

Hastanelerin, okulların, evlerin bombalandığı ve tüm insani değerlere saldırılan Gazze, 21. yüzyılda canlı yayında soykırımın izlendiği bir cehenneme dönüştü. Netanyahu hiçbir kural tanımıyor ve Batı emperyalizminin desteğiyle kendi işgalci varlığını herkese dayatacağı bir yeni düzen kurmaya çalışıyor. Birçok yorumcuya göre bunda önemli ölçüde başarılı oldu. Zira İran kendi topraklarına yönelik saldırılara çok kısıtlı bir yanıt verdi, on yıllardır Lübnan ve Filistin’deki direnişin simge isimleri olan İsmail Haniye, Hasan Nasrallah, Yahya Sinvar öldürüldü, Suriye’de Beşar Esad rejimi müttefiklerinin ona olan desteğinin çekilmesiyle devrildi. Bütün bunlar olurken ABD’nin İsrail’e olan desteğinde ciddi bir kırılma yaşanmadı, Biden’dan Trump’a ABD egemen sınıfı siyonist rejimin arkasında tüm gücüyle durmaya devam ediyor.

Yukarıdan bir tarih yazımının ürünü olan bu yorum -bütünüyle haksız olmamakla birlikte- madalyonun yalnızca bir yüzünü gösteriyor. Ancak olaylar sadece büyük emperyalist güçlerin ve bölgesel alt-emperyalist güçlerin satranç masasında hamleler yaptığı bir izlekte seyretmiyor. Bu hamlelerin etkilediği milyonlarca sıradan insanın kendi hayatlarıyla ilgili verdikleri mücadeleyle ilgili pusula bize bir başka şeyi daha işaret ediyor.

Direniş yeni bir süreci başlattı

Filistin halkının büyük bedeller ödeyerek gösterdiği direniş, kısa vadede “ikinci bir Nakba” ihtimalinin olmamasını, uzun vadede ise İsrail’in bölgedeki gayrimeşru varlığını sonlandırma hedefini gerçekleştirebilecek bir özgürleşme potansiyelini beraberinde getiriyor. Ortalama iki günde bir öğün yemek yiyebilen insanlar, ellerinde avuçlarında ne varsa onunla işgale karşı çıkıyor, oradan oraya sürüldükleri ve durmaksızın bombalandıkları distopik bir coğrafyada siyonizmin özünü dünyaya göstermeye devam ediyorlar. 

İsrail, 7 Ekim 2023 sonrası yaptıklarıyla kendini birden fazla alanda büyük bir sıkışmışlığın içerisinde buldu. Birincisi, Hamas’ı yok etme hedefini gerçekleştiremedi ve rehinelerin geri dönüşünü sağlayamadı. Bu durum Netanyahu ve hükümetini içeride büyük bir muhalefetle karşı karşıya bırakırken, kendi destekçileri arasında dahi savaşın bu şekliyle sürdürülmesine dair soru işaretlerinin oluşmasına yol açıyor. 

İkincisi, uluslararası alanda İsrail’in itibarı paramparça olmuş durumda. Hukuken soykırım yürütmekle suçlanan siyonist korsan devlet, farklı emperyalist blokları diplomasi yoluyla uzlaştırmayı amaçlayan ve bu anlamıyla bir ölçüde “tarafsız” olmayı hedefleyen Birleşmiş Milletler (BM) ile kavgalı hâle geldi. BM Filistin raportörü Albanese, İsrail vahşeti yüzünden “devrimci” bir aktivist gibi gözükmeye başladı. UCM’nin yakalama kararı nedeniyle Netanyahu birçok ülkeye giremiyor; Polonya’daki Auschwitz anmasına katılıp katılamayacağıyla ilgili AB ile Polonya hükümeti arasında fikir ayrılıkları bulunuyor. Gitgide daha fazla sayıda insan hakları kurumu, İsrail’in bir “apartheid” rejimi olduğu konusunda görüşlerinin tonunu yükseltiyor. Avrupa Birliği içerisinde Filistin yanlısı tutumlar artarken dünyadaki Yahudi nüfus arasında da siyonizme muhalif sesler yükseliyor. Bütün bunlar henüz Batı emperyalizminin Netanyahu’yu yeterince “disipline” etmesiyle sonuçlanmasa da, İsrail’i destekçileri için giderek daha büyük bir yük hâline getiriyor. 

Üçüncü olarak ise ilk nedene paralel olarak Lübnan’daki askeri başarısızlık, suikastların direnişi hiçbir şekilde bastıramaması ve ülke dışından atılan bazı füzelerin İsrail topraklarında zaiyat yaratabilmesi, İsrail’in yenilmezlik algısına ciddi darbe vurdu ve meseleyi siyonist rejim açısından bir varlık yokluk meselesine dönüştürdü.

Dolayısıyla İsrail, egemenlerin jeostratejik rekabet tahtasındaki yerini tahkim etmeye çalışırken, kendisini sıradan insan kitlelerinin nefretinin çığ gibi büyüdüğü bir yalnızlık içerisinde buldu. İsrail toplumu dahil, bölgedeki tüm halkların ve dünya işçi sınıfının içerisinde politik hegemonyası zayıfladı.

Suriye denklemi

Ortadoğu’da “kartların yeniden karıldığı” ikinci mesele ise elbette Suriye’deki iktidar değişimi. Bunun doğrudan birincisiyle bağlantılı olduğu artık sır değil. Hizbullah’ın ve İran’ın 7 Ekim sonrası oluşan ortamda odaklarının değişmesi, özellikle Lübnan’da yaşanan sıcak çatışmalar, yanına Rusya’nın Ukrayna’daki meşguliyetini eklediğimizde Beşar Esad rejimini savunmasız bıraktı. Türkiye’nin Kürt sorununda aradığı çözümlerin uluslararası güçler nezdinde çözüm getirmemesi, onu İdlip’te kendisinin de dahil olduğu anlaşmalara bağlı kalma konusunda isteksiz hâle getirdi. Bunun üzerine herkes Trump’ın ABD’de iktidara geleceği günden önce elini güçlendirecek hamleler planlamaya başladı. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, kendisini “direniş” olarak tanımlayan Şii eksenine karşı gelişen ve çeşitlenen ekonomilerine paralel bir atılım yapacak güçte buldular. Tüm bunların sonucunda HTŞ liderliğinde Esad karşıtı çok çeşitli kesimlerin askeri yürüyüşü, kolayca Şam’ın düşmesine ve iktidarın değişmesine yol açtı.

Yine buraya kadar anlattığım manzara, meselenin satranç tahtası üzerinde gözüken kısmı. Fakat tarih yine bundan ibaret değil.

Esad, doğrudan doğruya 2011’de başlayan Suriye Devrimi’nin sonucundaki bir politik hamleyle, kitlesel protestoların, grevlerin ve sivil itaatsizlik eylemlerinin etkisiyle devrilmedi. Yine de, onun yalnızca uluslararası askeri desteğe bağlı olarak ayakta durduğu denklemi, ayaklanan Suriye halkı yaratmıştı. Gidişinde de dolaylı olarak bu manzaranın etkisi yadsınamaz.

Baas rejiminin düşüşünün ardından yaşanan gelişmeler bunları doğruluyor. Suriye’de sivil toplumun, siyasi faaliyet yürütmenin önündeki engeller kalktı. Şam’ın meydanları her tür özgürlük talebine ev sahipliği yapabiliyor. Sosyalist örgütler, solcular bir araya gelerek ülkenin geleceğine dair -fiili iktidar gibi gözüken HTŞ’nin eleştirisini de içeren- toplantılar düzenliyorlar. Yayın çıkarmanın ve örgütlenmenin önü açıldı. HTŞ -kendi görüşleri ne olursa olsun- devrimin toplumsal tabanını oluşturan insanların taleplerine ve özlemlerine kulak vermek, bu konuda esnemek ve tavizler vermek zorunda. İşçi sınıfının hakları, Kürtlerin ve kadınların özgürlüğü tartışılabilir konular hâline geldi. İstihbaratın ve silahların gölgesi olmadan her şeyin tartışılabildiği bu ortam, yıllardır sürgünde olan rejim muhaliflerinin Türkiye’den Brezilya’ya, İsviçre’den Almanya’ya birçok yerden memleketlerine koşmasına yol açtı. Herkes bu yeni durumda söz sahibi olabilmek, görüşlerini dile getirebilmek, Suriye’nin nasıl bir yer olarak şekilleneceğini belirlemek üzere muazzam bir heyecan duyuyor.

Dolayısıyla Suriye’de olup bitenleri yalnızca emperyalizmin kriziyle, bölgesel savaşların ve değişen dengelerin, müttefiklik ilişkilerinin etkisiyle açıklamak doğru değil. Burada aşağıdan gelen bir dinamik kendini gösteriyor, iktidardaki güçlerin karakteri ne olursa olsun bu dinamik Arap devrimlerinin diktatörlük ve emperyalizm karşıtı ruhunu içerisinde barındırıyor.

Sonuç yerine

Gerici Körfez rejimleri, barbar siyonizm, laik diktatörlükler, radikal veya “ılımlı” İslamcılar bize ne anlatırsa anlatsın, sosyalistler için bölgeye bakıldığında, gelişmeleri onların arasında taraf tutarak değil, işçi sınıfının ve ezilenlerin aşağıdan mücadeleleri ekseninde yorumlayabileceğimiz bir resim görmek mümkün. Tüm dünyadaki enternasyonal sosyalizm kavgasının Orta Doğu’da güçlü müttefikleri var.

Dolayısıyla Türkiye’den veya başka yerlerden bakan devrimciler açısından dayanışmamızı büyütmek kritik bir önem taşıyor. Yıllardır Filistin halkı için gerçekleştirdiğimiz gösteriler ve inşa ettiğimiz hareketler, her yerde büyük sonuçlara yol açtı. Filistin halkının yalnız olmadığının gösterilmesi, Esad rejimi düştükten sonra mültecileri kovmak için büyük bir seferberliğe girişen hükümetlere karşı vereceğimiz mücadele, Suriye işçi sınıfının yeni durumda egemen sınıfla girişeceği kavgalarla dayanışma, tüm Ortadoğu’ya özgürlüğü ve barışı getirme açısından hayati önem taşımaya devam edecek. Bu konudaki tüm faaliyetin merkezinde yer alarak Enternasyonal Dayanışma’yı büyütme gayretimizi sürdüreceğiz.

Ozan Tekin

(Enternasyonal Dayanışma dergisinin ikinci sayısında yayımlanmıştır.)

Yazar

You May Also Like

Kira krizi derinleşiyor

Ekonomik kriz, konut kiralarını fahiş seviyelere çıkarırken, birçok kiracı açısından mahkemeye taşınan kira davaları da sonuçlanmaya başladı. Tahliye…

Neden Enternasyonal Dayanışma?

İktidarın kanatları arasında mafyatik çeteler üzerinden başlayan güç savaşları (Sinan Ateş cinayeti, Ayhan Bora Kaplan operasyonu, emniyet-adliye içi…