zohran mamdani üstünden günümüz, altından sosyalizm

new york’ta bir belediye başkan adayının sosyalist olması hâlâ haber yapılıyorsa, mesele hâlâ sosyalizm değil, kimin neye hakkı olduğuna kimlerin karar verdiğidir.

zohran mamdani, uganda doğumlu bir rapçi, queens milletvekili, democratic socialists of america (dsa) üyesi. ve şimdi, manhattan gibi liberal parlatmalarla kaplanmış neoliberal gerçekliğin orta yerinde, fazlalık sayılan fikirlerle seçim kazanmak istiyor.

fakat bu yazı zohran hakkında değil sadece. çünkü mesele bir kişi değil, bir eğilim. daha doğrusu, bastırılmış bir hakikatin yerin altından ses vermesi: aşağıdan gelen bir şey.

burjuva toplumunun tarihsel gelişimi, sadece üretici güçlerin genişlemesiyle değil, aynı zamanda üretim ilişkilerinin keskinleşen çelişkileriyle belirlenir. bu çelişkilerin en kristal ifadesi ise bugün “özgürlük” adıyla pazarlanan, fakat sermaye tarafından teminat altına alınmadığı sürece varlığı tanınmayan sınırlı bir ayrıcalıktır.

özgürlük, bu düzende, ancak mülkiyete dokunmadığı sürece muteberdir; dokunduğu an ise bir tehdide dönüşür. işte bu nedenle, bugünün özgürlük iddiaları, kapitalist mülkiyet ilişkileri içinde askıya alınmış hak iddialarından ibarettir.

özgürlük, verildiğinde değil, alındığında özgürlüktür. çünkü verilmiş her özgürlük, geri alınabilir. alınan ise, ancak kolektif kuvvetin, yani örgütlü sınıf mücadelesinin sonucudur.

kapitalist üretim tarzı, bireyleri üretici güçlerin soyut taşıyıcıları haline getirirken; onların hayatlarını da pazardaki mübadele değerine indirger. işçinin özgürlüğü, ancak emek gücünü satmak zorunda olduğu koşullarda mümkündür. bu özgürlük, işçinin hayatta kalma zorunluluğunun maskelenmiş halidir.

bugün, brooklyn sokaklarında yürüyen bir sosyalist belediye başkan adayı — zohran mamdani — kapitalist toplumsal ilişkilerin yerel izdüşümlerine karşı direniş çağrısı yapmaktadır. fakat bu çağrı, yalnızca belediye politikalarında iyileştirme talebiyle sınırlı değildir; doğrudan sistemin çelişkilerine, özellikle de metalaşmış kent yaşamına dönük yapısal bir itirazdır. mamdani’nin “barınma bir haktır” sözü, salt bir insan hakkı çağrısı değil, sermaye birikiminin temel dayanaklarından biri olan rant ekonomisine yöneltilmiş doğrudan bir meydan okumadır. kentte barınmanın bir ayrıcalık değil, kamusal ve sınıfsal bir hak olduğu fikri; mülkiyetin kutsanmışlığını, kentsel dönüşümün şatafatını ve yatırımcının sınırsız kazanç iştahını karşısına alır.

zira kâr mantığı üzerine kurulu kent politikaları, bireyin yaşam hakkını piyasa değeri üzerinden teminat altına alır. konut, barınma aracı değil; yatırım nesnesi olarak yeniden şekillenir. kamusal alan, kolektif yaşam zemini değil; mülkiyetin tahkim edildiği vitrin olur.

böylece özgürlük, yaşamın değil, yatırımın alanına sıkıştırılır.

fakat çelişki burada belirginleşir:

sermaye, kendi varlığını sürdürebilmek için emeği sürekli ucuzlatmak zorundadır. fakat bu ucuzlaşma, emeğin yeniden üretimini imkânsızlaştıracak sınıra ulaştığında, işçi sınıfı, artık yalnızca taleplerle değil, varlığıyla çatışır sistemle. işte bu çatışma, sosyalist kalkışmanın nesnel zeminini oluşturur.

bu zemin, yalnızca brooklyn’in arka sokaklarında değil, küresel ölçekte çatırdamaktadır. amazon işçileri amerika’da grev kararı alırken, hindistan’da tarım emekçileri traktörleriyle otoyolları kapatır. fransa’da metro çalışanları yalnızca raylara değil, ücret politikalarına ve kemer sıkma rejimlerine de direnç gösterir. ispanya ve fas’ta liman işçileri, gazze’ye silah taşıyan gemilere geçit vermez. üniversite kampüsleri birer işgal alanına dönüşür, öğrenciler duvarlara değil, vicdanlara seslenir. latin amerika’dan orta doğu’ya, filipinler’den londra’ya kadar yükselen bu ses, artık ne sessizdir ne dağınık. her biri, bir diğerinin yankısıdır. çünkü mesele yalnızca ulusal adaletsizlikler değil, kolektif bir zulmün süreğen halidir. filistin’in bombalanan sokaklarında yankılanan ağıtlar, new york’un yüksek kiralarında da, küresel güney’in sömürülen topraklarında da kendine yankı bulur. dayanışma, artık duvarlara yazılan bir kelime değil; limanlara zincirlenen gemilerde, kampüse kurulan çadırlarda, direnişin kolektif hafızasında yaşayan bir eylemdir.

bu eylemler, dağınık değil; tarihsel bir örgüselliğin parçalarıdır. kapitalizmin çelişkileri, artık ulusal sınırların ötesinde yankılanmakta; küresel proletaryayı yeniden tarihsel öznesi olmaya zorlamaktadır.

ve burada “özgürlük” denen şey, yeniden tanımlanmalıdır.

özgürlük, sermayenin tahakkümünden azade bir toplumsal üretim biçiminin adıdır.
kişisel tercihlerin toplamı değil, kolektif imkanların örgütlü şekilde dağıtılmasıdır.
tekil hakların değil, müştereklerin güvence altına alınmasıdır.

ve bu özgürlük, yukarıdan gelmeyecektir.

çünkü yukarı, zaten çürümüştür.

sermaye, devlet aygıtını zırh gibi kullanırken; mülkiyet ilişkileri, kamusal hayatın tüm hücrelerine sirayet ederken; “demokrasi” oy hakkından ibaretleştirilirken; bireyin özgürlüğü, ancak seçimde bir oy atmakla sınırlandırılmıştır.

ama bu düzende oy kullanmak, sadece mevcut olanı onaylamaktır.

oy kullanmak, çoğu zaman yalnızca sermayeye karşı sorumluluğu olanların içinden bir temsilci seçmektir.

çünkü temsil mekanizması, mülkiyet sahiplerinin yeniden üretim aracı haline getirilmiştir. seçimler, sistemin sorgulanmasını değil, meşrulaştırılmasını sağlar. bu yüzden, gerçek özgürlük, ancak aşağıdan gelen, temsile değil, doğrudan katılıma dayanan örgütlü gücün ürünüdür.

zohran mamdani, işte bu hattın güncel taşıyıcısıdır. onun başarısı, bir seçim başarısı değil; sınıf mücadelesinin şehir ölçeğindeki ifadesi olacaktır.

aliya salih

(medium.com)

Yazar

You May Also Like

Kira krizi derinleşiyor

Ekonomik kriz, konut kiralarını fahiş seviyelere çıkarırken, birçok kiracı açısından mahkemeye taşınan kira davaları da sonuçlanmaya başladı. Tahliye…

Neden Enternasyonal Dayanışma?

İktidarın kanatları arasında mafyatik çeteler üzerinden başlayan güç savaşları (Sinan Ateş cinayeti, Ayhan Bora Kaplan operasyonu, emniyet-adliye içi…