Ferda Keskin’in 17 Nisan’da Enternasyonal Dayanışma etkinliğinde yaptığı “Neoliberalizmin sonu Trump mı?” başlıklı sunumu okurlarımızın dikkatine sunuyoruz.
Donald Trump ikinci defa seçimleri kazandıktan sonra çoğu insanın dünyada beklemediği birtakım uygulamaları başlattı. Neydi bu uygulamalar? En yakın müttefiklerini bile gümrük tariflerini değiştirmek suretiyle vurması ya da en azından rahatsız etmesi, borsadaki dalgalanmaları hatta çökmeyi umursamaması ve dolayısıyla sanki ortada bir kaos varmış izlenimi vermesi.
Trump deli mi, yoksa ABD’nin sorunlarını mı çözmek istiyor?
Dolayısıyla buradaki esas soru şu olmalı. Neoliberal dünyanın mevcut durumu itibarıyla Trump kafasına göre takılan ve kaos yaratan biri mi? Mesele gerçekten göründüğü gibi mi yoksa arkada başka birtakım mekanizmalar mı işliyor? Küresel bir dünyada Amerika’nın yaşadığı sorunlar malum ve Trump’ın yaptığı bu sorunları aşmak için bir çözüm üretme çabası olarak anlaşılabilir mi?
Trump ilk seçildiğinde ben bir yorum getirmiştim. Trump, dünyanın farklı ülkelerine delege edilmiş işleri tekrar Amerika’ya geri getireceğini, Meksika’yla ABD arasına bir duvar öreceğin ve göçmenlerin içeriye girmesini engelleyeceğini söylemişti. Dolayısıyla Amerikalıların tekrar iş sahibi olmasını sağlamak gibi birtakım vaatleri vardı.
AB tipik bir neoliberal modeldir
Trump’ın iktidara geldiği dönemden çok kısa bir süre önce de Brexit dediğimiz fenomeni yaşamıştık. Brexit Avrupa Birliği’ne önemli bir darbeydi. Avrupa Birliği’nin kendisi ise güçlü bir para birimi ortaya çıkartabilmek ve neoliberalizmi kurumsal olarak Avrupa’ya yerleştirmek için uygulanan bir projeydi. Çünkü bu proje içerisine dahil ülkeler artık seçmenlerinin taleplerini yerine getirmek yerine birtakım uluslararası finans kuruluşlarının almış oldukları kararlara, uyguladıkları politikalara tabii oluyordu. Dolayısıyla tek tek ülkelerin her biri kendini hala hükümran olarak düşünüyor olsa bile hesap verdikleri merciler uluslararası finans kurumları haline gelmişti. İngiltere’nin çekilmesiyle birlikte tabii ki burada önemli birtakım değişiklikler yaşandı. Öbür taraftan yine Trump’ın iktidara gelmesiyle, öncesi ve sonrasıyla dünya birtakım yeni fenomenler tanıklık etti. Bunlardan bir tanesi büyük göç dalgasıydı, diğeri pandemiydi.
Neoliberal sistemde hükümranlık, disiplin ve yönetimsellik modelleri
Dünyada mevcut neoliberal sistem, Foucault’nun Güvenlik, Toprak, Nüfus başlığı altında yayımlanan derslerinde iktidar kavramı çerçevesinde yapmış olduğu üçlü bir ayrımı dikkate alırsak daha anlamlı hale geliyor. Neydi bu Foucault’un yaptığı üçlü ayrım?
Birincisi hükümranlık dediğimiz model. Hükümranlık modeli ve onun toprak merkezli hukuk devleti anlayışı. İkincisi yine Foucault, Avrupa’nın yakın tarihinde disiplin denilen yeni bir modelin icat edildiğini ve uygulamaya konduğunu söylüyordu. Disiplin modeli Foucault’nun daha geniş anlamda biyoiktidar dediği iktidar mekanizmasının bir parçasıydı. Üçüncü model ise Foucault’nun “yönetimsellik modeli” adını verdiği modeldi ve Foucault bu modelin ortaya çıkması ve gelişmesini ekonomi politik terimlerle anlatıyordu. Yani kameralistler, merkantilistler, fizikalistler ve bunların uygulamayı önerdikleri politikalar.
Dar anlamda söylersek: Nedir yönetimsellik modelini tarif eden ana hatlar?
Yönetimsellik modeli Foucault’ya göre disiplinden ve hükümranlık modelinden farklı olarak özgürlükleri sınırlandıran bir model değildir. Özgürlükleri teslim eder fakat onları yönetir. Hükümranlık modelinde yasanın görevi yasaklamaktır. Hayır der, negatiftir. Ne yapılmaması gerektiğini söyler. Disiplin modeli ne yapılması gerektiğini söyler; bunu bir emir olarak ifade eder ve insanların da bedenlerini bu şekilde disipline etmek suretiyle kapitalizmin çok temel bir ihtiyacı olan emek gücünün sağlıklı bir şekilde üretilip emek sürecine dâhil edilmesini sağlar. Fakat üçüncü modelin, yönetimsellik modelinin nesnesi artık hukuk öznesi değil, artık insanın disipline edilmesi gerektiği düşünülen bedeni değil. Burada esas hedef nüfustur ve bu modelin kullandığı bilim ekonomi politiktir, diyordu Foucault
Ekonomi politik ve yönetimsellik modeli ilişkisi
Ekonomi politik, bu yeni süreçte tamamen yeni bir yönetim modelinin ihtiyacına cevaben ortaya çıkmıştır ve bu modelde en temel kaygı elbette güvenliktir. İlk iki modelde iktidar özgürlükleri, neyin yapılmaması gerektiğini veya neyin yapılması gerektiğini söyler. Üçüncü model özgürlükleri kısıtlayan bir model değil, tam tersine teslim eden ve yöneten bir modeldir. Şimdi burada bu özgürlüğün ne özgürlüğü olduğunu tekrar hatırlamak lazım.
Foucault’ya göre bu bir dolaşım özgürlüğüydü. Foucault bu dolaşımın neyin dolaşımı olduğu konusunda çok net bir şey söylemiyor, ama tabii ki Marksist birisi olarak, ben bunun öncelikli olarak emek, sermaye ve malların dolaşımı olduğunu düşünüyorum. Yani kriz anlarında örneğin ihracatı yasaklamak, ithalatı yasaklamak, stoklamayı yasaklamak ya da bir şeyleri yapmaya zorlamak yerine “bırakalım piyasa kendi kendini dengelesin” demek. Belli birtakım düzenlemeler yoluyla o dolaşımı güvence altına alabilmek.
Dolaşım özgürlüğü, bunun güvenliği ve bırakalım yapsınlar tarzı, tahmin edeceğiniz gibi liberalizmin özellikle ihtiyaç duyduğu bir iktidar modeliydi. Fakat arkasından neoliberalizm, liberalizmi aşmak suretiyle bu dolaşım özgürlüğünü bambaşka bir yere, yani küreselleşmeye taşıdı ve küresel bir dolaşım alanı yarattı. Bu dolaşım alanı mallar, ithalat, ihracatı kapsıyordu ve bu ortak dünyada rezerv para birimi dolardı elbette. Bu sistem, doların ana rezerv para birimi olarak kullanımı olmadan imkânsızdı. Tabii burada başı çeken ABD oldu.
Trump hükümranlık modeline dönmek istiyor
Trump’ın, “biz Amerika topraklarına geri dönmek istiyoruz, etrafa duvar örmek istiyoruz, işlerin gerçek Amerikalılara verilmesini istiyoruz” demesi aslında o yönetimsellik denen yani liberalizmin ve neoliberalizmin ihtiyaç duyduğu olmazsa olmazı olan sistemi terk etmek ve hükümranlık modeline geri dönmektir.
Politik olarak hükümranlık modeli, bir hukuk devleti altında, adeta ulus devlet olarak o ulusu tanımlamak, o ulusla diğer ulusların arasına birtakım sınırlar koymak ve güvenliği küresel bir dolaşım güvenliğinden çıkartıp ulusal bir güvenlik mekanizması haline getirmektir. Duvar örerek, polisin gücünü arttırarak vb.
Böyle bir politik yönetim modeline geri dönmek ile neoliberalizmin, küresel neoliberalizmin bir arada gitmesi imkânsız. Çünkü “geri dönüyoruz, kendi sınırlarımıza çekiliyoruz. O sınırlar içerisinde bütün işleri gerçek Amerikalıların yapmasını istiyoruz” dediğiniz andan itibaren emeğin, sermayenin ve malların küresel anlamda dolaşmasını önemli ölçüde imkânsız veya zor hale getiriyorsunuz. Mesela Trump ikinci seçilişinde gümrük tarifelerini değiştirmeye karar verdi. Ondan sonra borsa çöktü. Ona da “okey” diyoruz dedi.
Ortada bir kaos mu var, planlı bir süreç mi ilerliyor?
İlk başta sorduğum soruya geri dönüyorum şimdi. ABD’de ne oluyor? Ne yapılmaya çalışılıyor?
Şu anda Amerika’nın ekonomi politikalarına, Amerikan dolarının yerinin ne olduğuna ve olması gerektiğine karar veren, tamamı özel sektörden gelen isimlerin söyledikleri bazı şeyleri dikkatle dinlemek gerekir. Bunlar diyorlar ki “aslında ortada bir kaos yok. Ortada uzun vadeli bir program var ve bu uzun vadeli programın parçası olarak kaos diye değerlendirilen gelişmeler ortaya çıkıyor.”
Önce, sorunun bunlara göre ne olduğunu vurgulayalım.
Sorun Amerika’da sanayi sektörünün giderek küçülmesi ve adeta yok olması. Sanayi kuruluşları dolaşım özgürlüğü sayesinde başka yerlere taşındı, başka yerlere taşınmasını mümkün kılacak uluslararası bir strateji vardı. Fakat şunu unutmayalım ki Trump’ın Amerika’da tulum çıkarttığı bölgeler hep eskiden önemli endüstri merkezleri. Endüstriyel üretim Amerika dışına çıktıktan sonra işsiz kalan insanların bölgeleri. Dolayısıyla onlara bu sözü vermek suretiyle oy topluyor. İkinci önemli nokta, Amerika’nın sanayi üretiminde Çin’in ve geniş anlamda Uzak Doğu’nun çok fazla gerisinde kalması.
Neoliberal strateji, ABD için bir güvenlik krizine dönüştü
Şunu unutmayalım, bu dünya her zaman savaşlara gebe olan bir dünya ve hatırlayalım ki sivil endüstri dediğimiz şey, İkinci Dünya Savaşı’nda son derece açık bir şekilde gördüğümüz üzere, bir kriz anında çok hızlı bir şekilde askeri malzeme üreten bir endüstriye dönüştürülebiliyor. Yani öyle bir durum düşünün ki Çin, şu anda ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan bugüne kadar ürettiği gemi sayısını beş senede üretebiliyor. Dolayısıyla bir kriz anında, askeri malzeme üretebilecek ve ABD’nin savaşta başarılı olmasını sağlayacak sivil bir endüstrisi yok.
Bu, demin sözünü ettiğim güvenlik meselesiyle çok ilgili. Demiştim ki, neoliberalizmde güvenlik çok önemlidir ve bu güvenliği sağlayacak mekanizmalar çok önemlidir. Fakat mevcut haliyle ABD neoliberalizmi güvenlik konusunda bir kriz yaşıyor.
Neoliberalizm nasıl gelişti?
Neoliberalizm dendiği zaman aklımıza ilk ne geliyor? 1930’ların sonlarında birtakım Avrupalı düşünürlerin bir araya gelerek bir model üretmeye başlamaları. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından devletin olmadığı Almanya’da onu ayağa kaldırabilmek için sermayenin hizmetinde bir devlet ve anayasanın da üzerinde duran bir ekonomik arche yoluyla ordoliberalizm denilen tamamen kapitalist bir model, neoliberal bir model üretildi. Neoliberal model başlangıçta refah devleti kavramıyla çatışma içinde oldu, 1970’lerdeki petrol krizinden sonra refah devletinin yerine geçti. 1979’da İngiltere’de Teatcher’la, 1980’de Amerika’da Reagan’la birlikte neoliberalizm kurumsallaştı, iktidarı ele geçirdi.
Fakat küreselleşmenin başka bir aşama olduğunu hatırlamak gerekiyor.
Bretton Woods sistemi ve küreselleşme
1944 yılında Bretton Woods isimli kasabada yapılan bir konferanstan çıkan bir doktrin uygulanmaya başlamıştı. Buna ekonomi ve güvenlik düzeni diyebiliriz. Bunun uygulamasının en güzel örneklerinden bir tanesini Türkiye’de buluyorsunuz.
Sistemi kuranlar bu sisteme dahil olanlardan ne istiyordu? Birincisi kendi para biriminizi dolara sabitleyeceksiniz. İkincisi dolar altına sabitlenecek.
İki kutuplu bir dünyadayız. İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesine bir sene var ama arkasından Soğuk Savaş başlayacak. Bu sistemin içine girenler ABD’nin koruması altında olacaklar. Hatta ABD üslerine ev sahipliği yapacaklar, İncirlik Üssü’nde olduğu gibi. Daha sonra ABD, Marshall yardımlarını yapacak, bu ülkeler pazarlarını açacaklar, ABD bu ülkelerin endüstrilerinin gelişmesine yardımcı olacak. Hatta ABD ile rekabet etmelerini sağlayacak. ABD, bunların ihracatı için vergi getirmezken, bu ülkelerin ABD mallarına vergi getirmelerine ya da ithalatı sınırlandırmalarına izin verecek.
ABD ya da Brettonwood sistemi açısından dünyada üç tür ülke vardır.
Müttefikler ki bu şartları kabul edenler. Al sana üs veriyorum, dolara sabitliyorum Türk lirasını. İkincisi tarafsız olanlar. Onlarla küçük anlaşmalar yapılabilir. Bir de daha sonra Ronald Reagan’ın kullandığı tabirle Kötülük İmparatorluğu içerisindeki ülkeler, yani Sovyetler Birliği ve onun etrafındaki ülkeler, onlar düşman. Dolayısıyla onların bu sistemden faydalanmaları imkânsız.
Küreselleşmede ABD’nin çıkarı ne oldu?
Burada şunu sorabiliriz. Amerika’nın buradan çıkarı ne?
Birincisi komünizme karşı Amerika’nın dünyanın birçok yerinde müttefik bulması. İkincisi Amerika o zaman hâlâ üretiyordu ve ürettiği malı pazarlamak için uluslararası bir piyasaya ihtiyacı vardı ve şunu düşünüyordu: Biz müttefiklerimizi zenginleştirirsek onlar da bizden alacakları mal ile Amerika’nın zenginleşmesine neden olurlar. Sonuç olarak dolar küresel rezerv para birimi olarak sabitlendi. ABD, doları basan ülkeydi ve dolayısıyla da bu ABD’ye müthiş bir ayrıcalık getirdi. Çünkü dolara talep vardı, bu yüzden ABD kazandığından çok daha fazlasını küresel ortamda harcayabiliyordu. Çünkü herkes ABD Doları biriktirmeye çalışıyordu.
Öte yandan Uzak Doğu’da Japonya’nın liderliği ile beraber müthiş bir sanayileşme hamlesi gerçekleşti, bu yüzden Amerika’da endüstriyel üretim gerilemeye başladı. Buradan da bir önemli sorun çıkıyor. O da nedir? Küreselleşme arttıkça dolara olan ihtiyaç da artıyor. Fakat dolara olan ihtiyaç artıp da doların fiyatı yükseldikçe altın sabit kalıyor ve Amerika’nın küresel anlamdaki hakimiyetini sürdürebilmesi için daha fazla dolar basması gerekiyordu. Altını güvenilir bir yatırım aracı olmaktan çıkartması gerekiyordu. Bu yüzden Nixon 1971’de müdahalede bulundu. Doların altın veya diğer rezerv varlıklara dönüştürülebilirliğini geçici olarak askıya aldı. Altınla dolar arasındaki bu ilişkiyi zayıflattı. Çünkü ya dolar yükselecek altından vazgeçilecek ya altına sahip çıkılacak dolar düşecekti.
Neoliberalizmin egemenlik dönemi
İşte tam da buna cevaben ortaya çıkmıştır bir anlamda 1970’lerin neoliberal doktrini, Chicago ekolü, daha sonra Thatcher ve Reagan’ın uygulamaya koyduğu politikalar.
Şu yapıldı: Gümrük tarifelerini mümkün olduğu kadar düşürmek, dünya çapında yapılacak yatırımların önündeki engelleri kaldırmak, yani daha geniş bir küreselleşme, Amerikan şirketlerinin, üretimin dünyaya yayılması. Bunun tabii Uzak Doğu, Afrika’da ya da benzeri yerlerde emeğin çok daha ucuz olmasıyla da yakından bir ilişkisi var. Esnek döviz kurları koymak ticareti daha işlevsel hale getirmek için ve artık çift kutuplu olmaktan çıkmış olan bir dünyada Amerika’nın tek güvenlik sağlayıcı merci haline gelmesini sağlamak.
Neoliberalizmde daha önceki anlaşmada olduğu gibi ülkeler resmen dolar kullanacaklarına dair diye söz vermediler. Ne yaptılar? Dolar daha güvenilir olarak göründüğü için kendi kurlarını dolara endekslediler. Amerika dışındaki ülkeler Amerika’ya ihracat kolaylaştığı için ve onlar Amerika’dan ithalatı zorlaştırdıkları için Amerikan doları biriktirme konusunda oldukça mahir çıktılar. Dünya Ticaret Örgütü’nün de yaptığı şeylerden bir tanesi buydu zaten. Dediler ki biz izin veriyoruz. Siz Amerika’dan ucuza alın, Amerika’ya pahalıya satın ya da Amerika’dan ithalatın vergisini alın ama Amerika’ya ihracatı çok daha pahalı bir şekilde yapın.
Böylece ne oldu? Farklı ülkeler, Dünya Ticaret Örgütü’nün kurallarına uydukları sürece ki bunlar formal kurallar değildi, Amerikan müttefiklerinin sayısı çok arttı. Bütün Kore, Çin vesaire markaları ABD’nin tüketici pazarına girdiler. Sadece girmekle kalmadılar içeride satın almaya başladılar. Amerikan endüstrisinin önemli bir kısmına, mesela eğlence endüstrisine, bankacılık sistemine girdiler, son olarak da Amerika’nın askeri desteğini alarak güvenli hale geldiler.
Burada Amerika da zararlı çıkmadı. Çünkü Amerikan dolarına olan yoğun talep vardı, dolayısıyla doların fiyatı yükseldi, uzun vadede uluslararası ticaret konusunda denge tekrar sağlandı ve Amerika eskiden olduğu gibi devam etti. Hatta dolar daha da güçlendi ve Amerikan sanayisinin küçülmesine rağmen Amerika daha zengin bir ülke oldu. Ama bütün bunlar hangi sonuca yol açtı?
Neoliberal dönemde ABD’nin sorunları, Trump’ın çözümleri
Amerika’daki sanayi üretimini çok pahalı hale getirdi. 2001’de Çin Dünya Ticaret Örgütü’ne girince imalat Amerika’yı toptan terk etti. 2016’da ilk seçildiğinde Trump’ın seçilmesinin sebebi, Amerika’da belli bir kesimin aşırı zenginleşmesi, kalanların fakirleşmesi, öbür tarafta da Amerika’nın artık bir sanayi merkezi olmaktan çıkmasıydı.
Trump’ın seçilmesiyle birlikte iki tane önemli soruna çözüm olarak şu anda gerçekleşen uygulamaları görüyoruz. Bunlardan bir tanesi gümrük tarifelerinin uygulanması. İkincisi de bu tarifeler uygulanırken doları küresel para birimi olarak muhafaza edebilmek ve tekrar sanayileşmek. Bunu mesela Biden şöyle yapmaya çalıştı: Sanayiye devlet desteği verdi, ama bu girişim geri tepti. Bu defa devlet fakirleşmeye başladı. O dönemde devlet sübvansiyonuyla bir sürü fabrika kuruldu, ama bu sürdürülebilir olmadı ve dolayısıyla ekonomik açığa yol açtı.
Şimdi artık Amerika’da 1980 yılında Reagan’la başlayan bu sürecin tamamen değişmeye başladığını görüyoruz. Bütün bunları yapabilmesi için Amerika’nın hâlâ müttefiklere ve onları ikna etmeye ihtiyacı var. Ama “ben Kanada’yı alacağım. Grönland zaten bizim güvenliğimiz için çok önemlidir. Onu da alacağım. Meksika’yla yaptığım ticaret anlaşmasını tek taraflı olarak iptal ediyorum” dediğinde Trump’ın çatladığını görüyoruz.
Trump ABD’yi bu kriz döneminden nasıl çıkaracak?
Trump kapitalizmi yeni bir noktaya taşımaya çalışırken, yani kapitalizmi ve dolayısıyla neoliberalizmi yukarıya doğru taşıyıp dönüştürmek gibi bir çaba içerisindeyken, bunu ancak küresel ittifaklarla ve müttefiklerle yapabilir. Başka türlü doların gücünü koruyamaz. Doların gücünü koruyamadığında da borsadaki çöküşü yaşar.
Bunu yapacak. Nasıl yapacak? Çok zor yapılması. O yüzden büyük bir kriz anındayız. Ama kriz demek kapitalizm can çekişiyor demek değil maalesef. Kriz kelimesi etimolojik olarak yeni sınırların çizildiği, yeni birtakım ayrımların yapıldığı, yeni hükümlerin verildiği özel bir durumun adıdır. Şimdi böyle bir durumun içerisindeyiz ve tabii ki küresel aktörler, dünya kapitalizmi, şu anda ABD’den ibaret değil. Rusya çok önemli bir aktör. Çin geliyor. Yalnız şöyle bir risk var burada.
Amerika’nın bu süreç içerisinde müttefiki olmayı kabul edenlere Amerika geride bıraktığımız birkaç hafta içinde açık çek verdi üstü kapalı olarak. Dedi ki “ben sizin Amerika’ya ihracatınıza getirdiğim vergiyi düşürürüm, sizi kendi güvenlik sistemime dahil ederim. İçeride kimi tutukladınız, kimi kime kayyum atadınız, bu beni ilgilendirmez. Sizi bu sistem içerisine ben alabilirsem o zaman siz de rahat rahat içeride ne istiyorsanız yapabilirsiniz.”
Elbette bundan fazlasıyla faydalanabilecek olan ve otokrasiye özenen ülkeler olabilirler. Nitekim bazı dergilerin kapaklarında otokrasinin temsilcisi olarak rastgele birtakım figürlerin değil tahmin edebileceğimiz birtakım figürlerin yer alması elbette tesadüf değil. Çünkü o dergileri ekonomistler yönetiyorlar ve ne olup bittiğinin de son derece farkındalar.
Dolayısıyla güllük gülistanlık bir ortamda değiliz. Ama ne olup bittiğini değerlendirirken, bunu Marshall yardımlarından küreselleşmeyi başlatıp, Amerika’nın uluslararası düzeyde kendine müttefik bulma sürecinin dolarla ne kadar yakından ilgili olduğunu bilmek önemli.
Şu anda içinden geçtiğimiz süreci kavrarken, ona muhalefet ederken, ona direnirken bu ilişkileri bilmenin ne kadar önemli olduğunu hatırlamak gerekir.
(Enternasyonal Dayanışma dergisinin 3. sayısında yayımlanmıştır.)
