Yoksulluk nedir, nasıl mücadele ederiz?

İnsanların gelir düzeyi, kapitalizmin gelişmeye başladığı 1300’lü yıllara kadar nerdeyse binlerce yıl aynı kaldı, pek değişmedi.

Bazı araştırmalarda, dünyada kişi başı gelir, 1500’lü yıllardan önceki 2 bin yıl boyunca, bugünkü fiyatlarla ortalama yıllık bin dolar olarak hesaplanıyor. Sekiz yüz dolar, dokuz yüz dolar, bin dolar civarında. Bunun kişilerin harcamasına yansıması ise ortalama günlük 10 dolar ki, bu rakamı harcayabilenler toplumun üst gelir grubunda sayılıyordu.

Toplumun önemli bir kesiminin günlük harcaması ise kişi başı 1 doların çok altındaydı, bu da tam anlamıyla bir açlık, temel gıdaya bile ulaşamamak demekti.

Bilindiği gibi, kişi başı gelir hesaplarında bulunan rakamın sadece üçte biri kişilerin harcamasını temsil eder, kalanı devletin ve diğer kurumların harcamalarıdır, örneğin, imar faaliyetleri, belediye hizmetleri, silah harcamaları, vb gibi.

Veba salgını, Malthus’un teorisi

Kapitalizm öncesi dönemde dünyada nüfus da çok değişken değil, gelir de çok değişken değil. Hatta bunun değiştiği bir kısa dönem var. O da veba salgınından hemen sonra. Bin üç yüzlü yılların sonunda, Asya ve Avrupa’da veba salgını baş gösteriyor, bazı ülkelerde insanların üçte biri, hatta yarısı ölüyor. İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre, vebadan sonra insanlar zenginleşiyor, gelir düzeyleri yüzde otuz civarında artıyor. Bin dolarlık kişi başı gelir seviyesi bin üç yüz dolarlara çıkıyor, ama sonra yine geriye çekiliyor.

Bu gelir artışının sebebi, veba salgınında insanların yarısı ölünce sağ kalan diğer yarının daha verimli topraklarda üretim yapmaya başlamış olması. Nüfusun azalması, kalanların verimli topraklara yönelmesine, verimsiz arazileri terk etmesine yol açıyor.

İngiltere’yi düşünün, o zamanın zenginliği tarımsal üretim. İnsanlar daha verimli topraklarda üretim yapınca verimlilik artıyor. Verimli toprakta daha iyi üretim yapılıyor. Kişi başına düşen üretim miktarı artıyor. Bu da zenginliğin ve gelirlerin artmasına yol açıyor. Sonra nüfus artınca ortalama gelir eski düzeyine, yıllık 1000 dolar seviyesine iniyor.

Bu tip araştırmaların sonuçlarını analiz eden dönemin meşhur iktisatçısı Malthus, “Nüfus arttıkça fakirleşiyoruz. Nüfus hızlı artıyor, gelirlerimiz o kadar hızlı artmıyor. O yüzden yoksullara yardım yapılmamalı. Yoksullara yardım ederseniz onlar hayatta kalmaya devam ederler, ölmeleri lazım aslında. Nüfusun dengelenmesi lazım” diyor.

Bu teorisinin temeli de özellikle bu veba salgını gibi nüfusun azalması ve sonrasında gerçekleşen zenginleşmeler oluyor. Bu olgu başka ani nüfus azalmalarında da gerçekleşiyor. Ani nüfus azalışlarında gelirler artıyor, çünkü tarımsal verimlilik artıyor.

Covid salgını ve Malthus’un yanılgısı

Ama Malthus’un bu öngörüsü örneğin Covid salgını döneminde gerçekleşmedi. Covid salgınında nüfusta ani bir azalma oldu, ama gelirler de düştü. Yoksul sayısı, bir önceki yıla göre yüzde on arttı.

Malthus, kapitalizmin verimliliği yükseltebilme, işçilerin emek gücü ile orantılı gelir kazanma özelliğini göremedi, verimliliği sadece toprakların verimli kullanılması olarak gördü.

Dolayısıyla şu anda üretim azaldığında gelirimiz azalıyor. Çünkü kapitalizmde insanlar çalıştıkça üretim artıyor. Emek gücünden verimli bir şekilde yararlanma konusunda kapitalizmin hiç sınırı yok. Bir de tabii kapitalizmin yine rekabetten kaynaklanan bir verimliliği artırma zorunluluğu var. Yani hep aynı verimlilikle üretim yapamaz, o zaman batar. Verimliliği sürekli artırmaya çalışması, bunun için yeni teknolojilerin bulunması, yeni icatların yapılması gerekiyor. Bütün bunlar birleştiğinde kapitalist sistemle birlikte verimlilik artıyor ve zenginlik hızla çoğalıyor.

Kapitalizm, ortalama gelir düzeyini en az 15 kat artırdı

Binlerce yıl boyunca 1000 dolar seviyesine giden gelir düzeyi, 1600’lerden itibaren birden artmaya başlıyor. Şu anda dünyada ortalama kişi başı yıllık gelir 15 bin dolar seviyesinde, 15 kat arttı.

Tabii Amerika’da ve pek çok ülkede 70-80 bin dolarlara çıkmış durumda.

Geçmişte mesela o eğriyi takip ettiğinizde, diyelim bir örnek olarak Peru, Güney Amerika’nın en az gelişmiş ülkelerinden biridir, ağırlıklı tarımsal üretime dayalı bir ülkeydi Peru. Peru’da o bin dolarlık çizgi, yirminci yüzyılın neredeyse sonuna kadar devam ediyor. Ama şimdi Peru’da gelirler üç bin dolar seviyesinde. Peru’da da gelirler son otuz kırk yılda üçe katlandı.

Bunu aslında Türkiye’den de biliyoruz. 2000’li yıllara kadar iki bin, üç bin dolarlar seviyesindeyken şimdi on bin dolar seviyesinde bir gelire sahip Türkiye.

Yani geçmişte yoksulluk dünyanın önemli bir sorunuyken, şimdi görece bir refah toplumundayız, yoksulluk konusunda epeyce adım atıldı. Yani kapitalizm, kendinden önceki toplumsal düzenlere, feodalizme, köleci devletlere göre yoksulluğu azalttı. Tabii burada mutlak yoksulluktan bahsediyoruz.

Mutlak yoksulluk nedir, azalıyor mu?

Mutlak yoksulluk nedir? Yani karnını doyurabilmek, barınmak için bir yer sahibi olabilmek, en temel harcamalarını yapabilmekten yoksun olmak demektir. Bu geçmişte, yüz, iki yüzyıl önceye kadar, hatta 1980’lere kadar çok daha zorken şimdi bu sorun önemli ölçüde azalmış durumda.

Mutlak yoksulluk ne kadar çözüldü? Mutlak yoksulluk sınırı dünyada her ülkede farklı rakamlarla ifade ediliyor. Amerika’da günlük geliriniz 28 doların altındaysa mutlak yoksul oluyorsunuz. Türkiye’de bu 9 dolar seviyesinde. Etiyopya’da 2 dolar seviyesinde. Yani Etiyopya’da günlük 2 dolar geliriniz varsa karnınızı doyurabilirsiniz anlamında. Dünya ortalaması şu anda 3 dolar.

Türkiye için belirlenen 9 dolarlık kişi başı günlük gelir sınırı, aylık 12 bin liraya tekabül ediyor. Haneler için düşündüğünüzde, bu aylık 36 bin lira demektir. Yani bir eve aylık 36 bin liranın altında gelir giriyorsa, o hane mutlak yoksul demektir. TÜİK rakamlarına göre, Türkiye’de nüfusun yüzde 15’inin geliri 36 bin liranın altında. Bu mutlak yoksul oranı son 5 yıldır hiç azalmıyor, hatta bazı yıllar artıyor. Devlet, sosyal yardımlar aracığı ile mutlak yoksulluğu azaltmaya çalışıyor, ama bu konuda son yıllarda herhangi bir gelişme kaydedilebilmiş değil.

Dünyada ise 1980’li yıllarda yoksul oranı yüzde 50’lere yakındı. İnsanların yarısı günlük 3 doların altında gelir elde ediyordu. Şimdi bu oran yüzde 9’a kadar inmiş durumda.

Mutlak yoksulluğun azalmasında Çin ve Hindistan’ın katkısı

Yoksulluğun ortadan kaldırılması için son 40 yılda çok önemli adımlar atıldı. Bu gelişmede en önemli iki örnek, Çin ve Hindistan’daki yoksulluğun azaltılması. Bu iki ülkede toplamda 1 milyardan fazla insanın geliri mutlak yoksulluk sınırının üzerine çıktı. En azından karınlarını doyurmaya başladılar.

Çin’in 850 milyon yoksulu var o zamanlar ki Çin nüfusu o dönem 950 milyon. Mao’nun öldüğü seneler, 79-80. Sonrasında, Çin’in dünya kapitalizmine eklenmesi sonucu nüfusunda şu anda yoksul sınıfında 50 milyon kişi kalmış durumda. Yani 1 milyar 450 milyon civarında nüfusu var. 1 milyar 400 milyonu mutlak yoksulluk sınırının üstüne geçmiş durumda Çin’de.

Ayrıca Güney doğu Asya, Orta ve Latin Amerika’da da önemli sayıda insan mutlak yoksulluktan kurtuldu. Bu süreçte yoksulluğun azalmadığı aksine arttığı tek bölge Sahra Altı Afrika. Bu ülkelerdeki yoksul sayısı en az 400 milyon civarında. Diğer bölgelerindeki yoksullarla birlikte dünyada 800 milyon yoksul var. Yani günlük geliri 3 doların altında olan insan var.

Türkiye’de yoksul sayısı 12 milyon civarında, dünya ortalamasının üzerinde. Halbuki gelir düzeyi dünya ortalamasına yakın. Bu da gelir dağılımındaki eşitsizliğin Türkiye’de ne kadar fazla olduğunu gösteriyor.

Neoliberal dönemde yoksullukla mücadele programı: Şartlı nakit transferi (ŞNT)

Yoksulluğu en hızlı indiren bölgelerden biri Güney Amerika. Güney Amerika ülkelerinde 90’lı yıllarda yoksullara nakit yardımı programı başlatılıyor, bu da yoksul sayısında önemli azalma sağlıyor.

Program önce Brezilya’da başlıyor, sonra Şili ve diğer ülkelerde de uygulanıyor. Programın adı, şartlı nakit transferi. Bu program çerçevesinde insanlara para veriyorlar, ama şartlı. Diyelim çocuğunu okula göndereceksin. Çocuğun okula gittiği sürece ailesine para veriyorlar. Ya da işte hamile. Hamilelik testlerine geleceksin. Hem hamilelik testlerini yapıyorlar. Ayrıca testlere geldiğin sürece para veriyorlar. Eğitimde, sağlıkta birtakım kurallar belirleniyor, o kurallara uyanların kendilerine veya ailelerine para veriyorlar. Şartlı nakit transferi programı daha sonra bütün dünyada uygulanmaya başlanıyor, finansörü de Dünya Bankası.

Bu program 2003 yılında Türkiye’de de başlıyor. Biz hep diyoruz ya AKP yoksullara para dağıtıyor, oy sağlamak için. Aslında bu, dünyada zaten olan bir programın Türkiye’de uygulanması. Elbette AKP bu programı, kendisine oy sağlamak için de kullanıyor. Bugün de program Aile Bakanlığı ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları aracılığıyla devam ediyor, ancak rakamlar oldukça azalmış durumda.

2005 yılında Dünya Bankası’nın hazırladığı bir rapora göre, 2020’de yoksul sayısının 900 milyona indirilmesi hedeflendi. 2020’de yoksul sayısı 600 milyona indi, yani program epeyce başarılı.

Sonra pandemi oldu. Yoksul sayısı 700 milyona çıktı. Dünya Bankası geçen ay yoksulluk sınırını 2,15 dolardan 3 dolara çıkarınca yoksul sayısına 100 milyon daha eklendi. Dolayısıyla şu anda yoksul sayısı yine 800 milyona çıkmış durumda.

Dünya Bankasının 1980’lerden sonra yoksullukla mücadelesini, neoliberal ekonomi programının bir parçası olarak görmek gerekir. Önceki dönemlerde gelir dağılımındaki adaletsizliklerin giderilmesinde çok önemli rol oynayan sendikalar, neoliberal dönemde zayıflatıldılar, güçten düşürüldüler. Bu neoliberalizmin en önemli hedefiydi, bunda epeyce de başarılı oldu. Örneğin Türkiye’de sendikalaşma oranı işçiler arasında 70’li yıllarda yüzde 50 idi, şimdi yüzde 15’lere kadar inmiş durumda, dünyada da benzer rakamlar söz konusu.

Neoliberal sistem, sendikaların boşluğunu gidermek, kendisi için gereken emek gücünün yeniden üretimini sağlamak açısından bazı yardım programları başlattı, özellikle ailelere destek verdi, çünkü emek gücü aileler tarafından yetiştirilmekteydi.

Ama günümüzde ABD’de Trump ile başlayan yeni dönemde kapitalizmin yoksullara bakışında değişiklikler olacak gibi.

Trump, yeni dönemde kapitalizm ve yoksullar

Trump’la birlikte dünyada yeni bir ekonomik düzen oluşuyor. Trump geçici mi, kalıcı mı? Trump’ın fikirleri geçici mi, kalıcı mı, ne olacak diye tartışılıyordu, ilk icraatı yoksulların yardımlarını kesmek oldu.

Trump’ın bir iki hafta önce çıkardığı bir yasa var. Adı Büyük Güzel Yasa. Amerika’da çok tartışıldı, çok gündem oldu. Yasa oylamasında Senato’da 50 evet, 50 hayır oyu çıktı. Senato Başkanı, Başkan Yardımcısı olduğu için onun oyuyla yasa onaylandı, geçti.

Yasa 3,5 trilyon dolarlık bir bütçe öngörüyor. Yasa ile paralar yoksul kesimden alınıp zengin kesime verilecek. Nasıl yapılıyor? Bütün sosyal yardımlar, yoksullara verilen destekler kesiliyor.

Bunun Amerika’daki yansıması, kapitalistler için vergi indirimi olacak. Trump öyle söz verdi. Amerika’daki zenginler, geliri yıllık 200, 300 bin doların üstünde olan insanlar Mart ayını bekliyorlar. Mart ayında Amerika’da vergiler ödenmeye başlanıyor. Vergi oranları belirleniyor. Mart ayında bir vergi indirimi gelecek mi gelmeyecek mi belli olacak.

Gidişat yoksullardan kesip doğrudan zenginlere vermek şeklinde olacak gibi. Bu da yoksulların sayısını çok daha fazla artırabilir. Eğer Amerikan deneyi, Trump örneği başarılı olursa artık dünyanın geri kalanında da bu muhtemelen uygulanmaya başlar. Kapitalistler demek ki böyle daha iyi oluyormuş derler. Çünkü kapitalistlerin bütün dünyada en azından Marx’ın öngördüğü şekilde bir kâr oranlarında azalma sorunu var. Bunu bir biçimde geri çevirmeye çalışıyorlar. Trump bir yol öneriyor. Yoksullardan alıp zenginlere verelim diyor.

Trumpçı yeni sisteme karşı mücadele

Trump ve onu izleyen sağcı siyasetçiler yoksulları daha da yoksullaştırmaya çalıyorlar. Bizde de Erdoğan’ın nasıl bir Trump hayranı olduğunu biliyoruz. Mehmet Şimşek programı Türkiye’de yoksulları daha yoksul yapmak, yoksuldan alıp zengine vermek için çalışan bir program, aynen Trump’ın yapmak istediği gibi..

Buna karşı mücadele etmeliyiz. Sendikalar bu konuda en önemli kurumlarımız, öncelikle bu alandaki yandaş sendikaların ve sendikacıların temizlenmesi, mücadeleci sendikaların büyümesi için çaba göstermeliyiz.

Neoliberal dönemde zayıflatılan sendikaların yeni dönemde mücadeleye atılması için koşullar daha elverişli, bunu göz önüne almalıyız.

Faruk Sevim

Yazar

You May Also Like

Kira krizi derinleşiyor

Ekonomik kriz, konut kiralarını fahiş seviyelere çıkarırken, birçok kiracı açısından mahkemeye taşınan kira davaları da sonuçlanmaya başladı. Tahliye…

Neden Enternasyonal Dayanışma?

İktidarın kanatları arasında mafyatik çeteler üzerinden başlayan güç savaşları (Sinan Ateş cinayeti, Ayhan Bora Kaplan operasyonu, emniyet-adliye içi…