hayatımız gazze şeridi gibi geçerken bir ses olacaktık, kısık kaldık

filistin’de yaşananlar, kişisel tarihimin ve politik bilincimin en erken dönemlerinden beri zihnimin bir parçası oldu. henüz yedi yaşındayken mavi marmara gemisine yapılan baskını, insani yardım götüren sivil aktivistlerin uluslararası sularda israil askerlerince vurulduğunu öğrenmiş, 10 insanın tüm dünyanın gözünün önünde öldürüldüğüne ve bu kadar insani bir noktanın bile nasıl dişliler arasına sıkışıp susturulduğunu ailemin takibi dolayısıyla yakından ve gündem ederek izledim. o günkü aklımla gazze şeridi denince ilk çağrışımlarım belki çok daha tozpembe, görsel ağırlıklı ve uzaktaydı. ama aradan geçen yıllarda büyürken bu çağrışımlar da şekil değiştirdi. bugün gazze adı, mazlum bir halkın onurunu ve direnme kararlılığını temsil eden bir direniş sembolü olarak ve yanında bizim ses çıkartan ve çıkartmayanlar olarak sözde çaresizliğimizi, aslında sorumsuzluğumuzu ifade ediyor. çünkü ben kendimi bildim bileli filistin halkı sistematik zulme, işgale ve hatta tarihin belki de en çok belgelenmiş soykırımına karşı, evlerini, hastanelerini ve çocuklarını bombalara feda ederek kendi onurları için zeytin ağaçlarını ve evlerini sahipsiz bırakmamak için direniyorlar. bu nedenle filistin meselesi benim için salt bir dış politika başlığı değil, vicdani bir yara ve eğer adalet diye bir şey varsa arayışımızın, direnişimizin başat ögesi, simgesi halindedir.

gazze: direnişin sembolü ve açlık silahı

özellikle gazze, yıllardır insanlığın vicdanını sınayan bir ablukaya karşı hayatta kalma mücadelesi veriyor. dünyanın silahlarla sıkıştırılarak en yoğun nüfuslu toprak parçası haline getirilmiş bu noktası, israil tarafından karadan, havadan ve denizden kuşatma altında tutuluyor. gıdanın, temiz suyun, elektriğin ve ilacın bile gazze’ye girişi israil’in iznine tabi; dolayısıyla açlık adeta bir silaha dönüştürülmüş durumda. ziad rahbani’nin meşhur şarkısında dediği gibi “ana mish kafer, bas el joo kafer” – “ben kâfir değilim ama açlık kâfirdir”. yani açlık, inancı imanı tanımayacak kadar zalim bir silah olarak kullanılmakta. nitekim israil hükümetinin de gazze’yi topluca aç bırakma politikası güttüğü, bunu bilinçli bir savaş stratejisi olarak kullandığı artık saklanamaz bir gerçektir. insan hakları izleme örgütü raporlarına göre israil, gazze’de sivilleri açlığa mahkûm etmeyi adeta bir savaş silahı haline getirdi – ne var ki bu gerçeği dile getiren gazeteciler bile baskıyla susturuluyor. örneğin, avustralyalı bir radyo sunucusu, “israil gazze’de açlığı bir savaş aracı olarak kullanıyor” şeklindeki bir paylaşımı yüzünden işinden kovuldu. böylesine korkunç bir durum karşısında uluslararası toplumun takındığı tutum ise utanç verici bir sessizlik. birleşmiş milletler yetkilileri ve kimi vicdan sahibi devlet yöneticileri “dünyanın izleyip hiçbir şey yapmaması affedilemez” diye feryat ediyor, fakat büyük güçlerden ciddi bir yaptırım gelmiyor. mazlum bir halkın topluca cezalandırılmasına karşı tepki göstermesi gerekenler, aksine gerçeği dile getirenleri susturmakla meşgul.

gazze’de yaşanan insani dramın boyutları günden güne ağırlaşırken, gazze halkının direniş ruhu da bir o kadar büyüyor. çocukluğumda televizyon ekranlarında bombalanmış binaların arasında taş atan filistinli çocuklar şimdi görüyorum ki büyüdü ve halkı, evi için direnişin sembolü oldular. gazze’de hiçbir zaman tam anlamıyla yenilgi hissi oluşmadı, her yıkımın küllerinden yeni bir inanç filizlendi. israil devletinin acımasız bombardımanları altında dahi gazze halkı eğilmedi. dünyanın büyük devletleri onlara sırtını dönse de halkların kalplerinde gazze’nin mücadelesi karşılık buluyor. örneğin, eski birleşmiş milletler filistin özel raportörü francesca albanese, gazze’de yaşananları raporladığı için abd tarafından yaptırımlara uğradı ama yılmadı; o, abluka altındaki sivillerin aç bırakıldığını, bombalandığını ve bunun savaş suçuna vardığını dünyaya anlatmaya devam ediyor. gerçekleri haykıran bu sesleri kısmak isteyenlere inat gazze’deki soykırım giderek daha fazla ifşa oluyor. gazze bugün sadece filistin’in değil, tüm ezilen halkların direniş bayrağını taşıyor.

ne yazık ki israil tarafı bu direnişi kırmak için her yolu meşru görüyor. haberleşme altyapısını kesmek, gazetecileri hedef almak, hatta sağlık altyapısını çökertmek gibi hamlelerle gazze’de yaşananları dünya gözünden kaçırmaya çalıştılar. ekim 2023’te patlak veren son savaşta israil doğrudan doğruya gıda ve su girişini durdurduğunu ilan etti; savunma bakanı “gazzelileri hayvan gibi göreceğiz, onlara su yok, gıda yok” diyerek topyekûn cezalandırma niyetini açıkça dile getirdi. uluslararası hukukta sivilleri açlığa mahkûm etmek açıkça yasaklanmışken israil bunu pervasızca yapabildi – çünkü büyük güçler sessiz kalarak ona zımnen onay verdiler. sonuçta bugün gazze’de kıtlık sınırına gelinmiş durumda, insanlar temel gıdalara bile erişemiyor. üstelik açlık bir yandan çocukları, bebekleri öldürürken, diğer yandan israil propagandası bu ölümleri “hamas yüzünden” diyerek çarpıtıyor. bu propagandaya dünyadan kayda değer bir itiraz gelmeyince, zulüm kendi yalanıyla örtbas ediliyor.

tarihsel bağlam: israil devleti’nin kuruluşu ve emperyal güçlerin rolü

filistin’de bugün yaşananların kökeni, 20. yüzyılın başındaki emperyal planlara dayanıyor. 1917’de britanya’nın balfour deklarasyonu ile filistin, yahudilere “ulusal yurt” olarak vaat edildi. edward said’e göre bu, yerli halkın iradesini hiçe sayan bir avrupa kararıydı. ingiliz manda yönetimi filistin’e yahudi göçünü teşvik ederek demografik yapıyı değiştirdi. 1947’de birleşmiş milletler’in taksim planı ile filistin topraklarının %55’i yahudilere ayrıldı, filistinliler ise bunu reddetti. 1948’de israil devleti ilan edildi ve savaş sonrası filistin topraklarının %78’i israil kontrolüne geçti; 750 binden fazla filistinli sürüldü, yüzlerce köy yok edildi (nekbe). israil devleti, batılı emperyalist güçlerin bölgedeki çıkarlarına hizmet eden bir vekâlet karakolu olarak şekillendirildi. abd, israil’i stratejik müttefik görerek onu bölgedeki çıkarlarının bekçisi yaptı. böylece filistin sorunu, emperyalist böl-yönet politikasının ürünü oldu ve filistinliler sadece israil’e değil, emperyal destekli büyük güçlere karşı da direniyorlar.

ideolojik manipülasyon ve propaganda araçları

israil sadece askeri yöntemlerle değil, medya ve propagandayla da dünyayı manipüle ederek filistin direnişini itibarsızlaştırmaya çalışıyor. batı medyasında filistinliler genellikle saldırgan, israil ise kurban rolünde sunuluyor. böylece işgal altındaki halkın direnme hakkı terörizm olarak damgalanıyor ve gerçeklerin üstü örtülüyor. bu manipülasyon, batılı devletlerin israil’e olan koşulsuz desteğini sağlamlaştırarak, direnişin ve dayanışmanın uluslararası boyutlarını zayıflatıyor.

küresel direniş sembolleri: madleen, gazze yürüyüşü ve liman eylemleri

haziran 2025’te madleen teknesinin gazze’ye insani yardım ulaştırmak üzere yola çıkması ve israil tarafından durdurulması, küresel bir dayanışma hareketine dönüştü. madleen teknesine saldırı ile oluşan küresel tepkinin ardından israil, dikkatleri dağıtmak için iran’a doğrudan saldırı düzenleyerek küresel gündemi değiştirdi. bu saldırı aynı zamanda nato’nun savunma bütçelerini %5’e çıkarma kararını da tetikleyerek abd’nin militarist hedeflerine hizmet etti. eş zamanlı gerçekleşen gazze yürüyüşü ve liman direnişleri, fas ve ispanya gibi ülkelerde somut başarılar elde ederek küresel vicdanın ve dayanışmanın gücünü gösterdi. bu eylemler emperyal güçlerin ve kapitalizmin çıkarları uğruna ezilen halkların ortak mücadelesinin ne kadar güçlü olabileceğinin somut örnekleridir. ancak bu başarıları kalıcı kılmak ve mücadeleyi büyütmek için sosyal medyanın ötesinde, gerçek anlamda örgütlenmeye ve sokaklarda sesimizi yükseltmeye ihtiyaç var. dayanışma eylemlerimizi güçlendirmek, örgütlenerek baskıya karşı koymak ve sesimizi birlikte daha yüksek çıkarmak zorundayız.

filistin’e sahip çıkmak: sorumluluğumuz ve birlik çağrısı

bugün türkiye’de filistin meselesine dair en büyük sorunlardan biri, bu konunun iktidar partisine endekslenerek toplumsal sahiplenmesinin gölgelenmesidir. filistin’in haklı davası, herhangi bir partinin ya da siyasi görüşün tekelinde değildir. ancak yıllar içinde bu konu, özellikle akp üzerinden yürütülen iç politika tartışmalarına sıkıştırılmış, böylece toplumun büyük bir kesiminin mesafeli yaklaşmasına neden olmuştur. oysa bu tutum meselenin evrensel insan hakları ve adalet bağlamındaki niteliğini ıskalamak anlamına gelir. filistin’e sahip çıkmak; ırkçılığın, ayrımcılığın ve emperyalizmin karşısında durmakla eşdeğerdir. bu nedenle sahiplenmeme hali, çoğu zaman farkında olunmadan ırkçı ve oryantalist bir bakışın sonucu olarak gelişmektedir.

sosyal medya aktivizmi tek başına yeterli değildir; sokaklarda örgütlenerek gerçek kitle hareketlerine dönüşen bir dayanışma gereklidir. gençler, akademisyenler, işçiler, sanatçılar olarak filistin halkıyla dayanışmanın toplumsal bir sorumluluk olduğunu unutmamalıyız. bu mesele ne bir duygusal refleksle ne de günübirlik tepkilerle anlaşılabilir. gerçek bir değişim, ancak kalıcı örgütlülükle ve kolektif bilincin inşasıyla mümkündür.

sonuç olarak filistin mücadelesi benim için artık bir başarı veya başarısızlık kriterinden bağımsızdır. bu mücadele, ses çıkarmak, birlik olmak ve zulme karşı mücadele etmek anlamına gelir. bu direniş ancak tüm halkların dayanışmasıyla gerçek özgürlüğe ve kardeşliğe ulaşabilir. ve eminim ki kavgamız o güne kadar bitmeyecek, zeytin ağaçlarının sahipleri evlerini tekrardan inşa edecek.

aliya salih

(Enternasyonal Dayanışma dergisinin üçüncü sayısında yayımlanmıştır.)

Yazar

You May Also Like

Kira krizi derinleşiyor

Ekonomik kriz, konut kiralarını fahiş seviyelere çıkarırken, birçok kiracı açısından mahkemeye taşınan kira davaları da sonuçlanmaya başladı. Tahliye…

Neden Enternasyonal Dayanışma?

İktidarın kanatları arasında mafyatik çeteler üzerinden başlayan güç savaşları (Sinan Ateş cinayeti, Ayhan Bora Kaplan operasyonu, emniyet-adliye içi…