DEM Parti Basın, Yayın ve Propaganda Komisyonu’nun Diyarbakır’da gerçekleştirdiği “Barış Gazeteciliği ve Gazeteciler Ne Diyor?” temalı buluşmaya, DEM Parti Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu Üyesi Meral Danış Beştaş ve Diyarbakır Milletvekili Cengiz Çandar katıldı.
Tayyip Temel, sürece ilişkin devlet ve iktidarın “hala cesur adımlar atmadığını ve net olmadıklarını” ifade etti.
Komisyonun tek başına Kürt sorununu çözemeyeceğini söyleyen Temel, özetle şunları söyledi:
“Öcalan şöyle bir denklem sundu: ‘Ortadoğu’da yaşayan 40 milyon Kürt, yaşadıkları coğrafyada bulunan sistemlerde ya o rejimlerin içerisinde eşit şekilde temsil edilecek ve demokratik entegrasyon süreci gelişecek, ya da kendilerine ait bir devletleri olacak. Üçüncü bir seçenek yok. Yani ya kendilerine ait devletleri olacak ya da bu devletler bünyelerinde bulunan tekçi politikalarını değiştirip, dönüştürüp demokratik bir kabul gerçekleştirecek. Seçenekler bu.”
Komisyonun tek başına Kürt sorununu çözemeyeceğini, bunun için gerekli hukuki düzenleme aşamalarının sağlıklı bir şekilde nihayete ermesi gerektiğini söyleyen Temel, “Hiçbirimiz mecliste kurulan komisyonun Kürt sorununu çözeceği iddiasında değiliz. Kurulan komisyon uzun erimli mücadelenin başlangıcı niteliğindedir. Öncellikli amaç devletin göçertme, inkâr, işgal, soykırım ve Kürt halkının meşru hakkını şiddet olarak tanımladığı bağlamdan çıkartmadır. Sonrası çok daha uzun ve devasa bir mücadele sürecidir. Aslında demokratikleşme sürecine yeni başlıyoruz. Bu mücadelenin ilk durağı anayasal kazanımlardır. Sonuç olarak mücadelenin bağlam değiştirme sürecinin arifesindeyiz.
Kürt siyasetinde baş müzakereci olarak Öcalan ilan edilmiş durumda ama hala komisyonda dinlenip dinlenilmemesi tartışılıyor. Oysa bir adım atılacaksa da onunla atılacaktır. Bu çok doğaldır ve doğrudur. Fakat devlet ve iktidar kanadı hala cesur adımlar atmış değil. Net de değiller.
Klasik teknik kavramlara bizim yüklediğimiz anlam ile Öcalan’ın yüklediği anlamlar çoğu zaman aynı değil. Şimdi elimizdeki bir su bardağına bir şey eklediğinde o suyun özü de değişmek zorunda. Devletin de inkar siyaseti değişmeden demokratik entegrasyon mümkün mü? Devletin Kürt’ü inkar eden, yok sayan, öteleyen ve hatta Kürt’ün varlığından kaynaklı olan haklarını benimsemeyen karakterine herhangi bir şey entegre olabilir mi? Olamaz, olmayacak. Dolayısıyla özde bir değişim olacak ki başka bir varlığı kabul edebilsin bu bünye. Onun için bu teorik olarak, ideolojik olarak, örgütsel, toplumsal ve siyasal olarak çok uzun soluklu bir mücadele. Yani Kürt’ün dışlanmış haline bir son verme halidir. Kürt’ün bir devleti yok ama Kürt’ün de içinde yaşadığı coğrafyalarda demokratik bir devleti olma iddiasıdır.”
