Ekim ayı sonunda Devlet Bahçeli’nin meclis grup konuşmasında söyledikleriyle kamuoyunun gündemine giren, Şubat ayı sonunda Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla iyiden iyiye ısınan barış gündeminde tarihi bir eşik aşıldı. PKK kongresini toplayarak bu isimle sürdürülen faaliyeti sona erdirdiğini ve silahlı mücadeleyi bırakacağını açıkladı. Kürt sorununda demokratik adımların atılması için devlet tarafından temel kriter olarak gösterilen adım atıldı. Kürt halkı, onun siyasi örgütlenmesi, bir kez daha kardeşçe ve eşitlik içinde bir yaşam için iradesini ortaya koyacağını gösterdi.
Faşist parti liderinin “27 Şubat barış ve demokratik toplum çağrısıyla tarihsel sorumluğu üzerine alan PKK’nın kurucu önderi Abdullah Öcalan’a” şükranlarını sunduğu tarihi bir an yaşıyoruz. Erdoğan “Yeni bir dönemin kapıları açılacak” diyor. Bu kez bir önceki sürecin aksine Özgür Özel liderliğindeki CHP sürece destek veriyor. Ekrem İmamoğlu kardeşçe yaşayacağımız günlerin yakın olduğunu müjdeliyor. Demirtaş süreci büyük bir adım olarak görüp coşkuyla karşılıyor. DEM Parti liderleri kararın önemine işaret ediyor, devleti adım atmaya çağırıyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan “kalıcı barış ve istikrar açısından tarihi ve önemli bir karar” diyor. Adalet Bakanı bir dönüm noktasında olduğumuzu söylüyor ve demokrasi vurgusu yapıyor. Mehmet Uçum demokrasi ve hukuk alanında kapsamlı reformların yapılacağını söylüyor. IKBY yönetimi bizzat Barzani’nin ağzından sürecin başarılı olması için her türlü desteği vereceklerini söylüyor. AB kararı tarihi bir fırsat olarak destekliyor. Kürt sorununda bugüne kadar atılmış en ciddi adımın yaşandığını görüyoruz.
Barış için gelinen bu aşama hem Türkiye işçi sınıfının hem de Kürt halkının çıkarına, muazzam fırsatlar sunan bir kapının aralanması olarak görülmeli. Bu çözümü dayatan uluslararası konjonktür ne olursa olsun, ortada Kürt siyasal hareketinin 50 yıldır verdiği mücadelenin gücünün, bunun kitleselleşerek Kürt halkının çoğunluğunun kimlik, statü ve siyasal haklar taleplerini temsil eden bir duruma evrilmesinin sonucu olduğunu görmeliyiz. Diyarbakır sokaklarında halaylar çekiliyor. Kürt halkı on yıllardır verdiği mücadelenin, emek emek ördüğü bir siyasal varoluşun karşılığını alıyor. Bugüne kadar çekilen acıların son bulduğu, silahların sustuğu, Kürt realitesinin inkârının imkansızlaşarak demokratik hakların elde edileceği bir dönemdeyiz.
Dolayısıyla bu, Türkiye işçi sınıfının ve Kürt halkının ortak mücadelesinde bir aşamadır. Elde edilmesi beklenen kazanımların toplanılacağı, ırkçılığın geriletileceği, işçi sınıfı içinde kardeşliğin inşa edileceği bir aşamadır. Biz de bunu büyük bir coşkuyla karşılıyoruz.
Öte yandan barış süreci, demokrasi, eşitlik ve adalet için verdiğimiz diğer mücadeleleri sonlandırmıyor. Kayyımların sona ermesi, tutuklama furyasının son bulması, hukukun tarafsız ve bağımsız bir şekilde yeniden inşası, halkın iradesinin siyasal alanlara tam ve eksiksiz yansıması, otoriterleşmenin ve ırkçılığın geriletilmesiyle ilgili görevlerimiz devam ediyor.
Çözümün ve barışın ruhunun demokratik alanları genişletecek bir etkiyle siyaseti biçimlendirmesi için kitlesel mücadeleleri inşa etmeye devam etmemiz gerekiyor. Osman Kavala’dan Çiğdem Mater’e tüm Gezi tutsaklarının, Selahattin Demirtaş’tan Figen Yüksekdağ’a Kürt siyasetinde yer alan ve tutuklanan önde gelen isimlerinin, haksız bir şekilde hapse atılan Ekrem İmamoğlu ve İBB çalışanlarının, otoriterleşmenin ve iktidarın güdümündeki yargının hedefinde olan herkesin hakları için mücadeleyi büyütmeliyiz.
Burada aklımızda tutmamız gereken şey, barış sürecinin bunlarla çelişen değil, tam da bunları kuvvetlendirecek bir yerde durduğudur. Devleti demokrasiye zorlama mücadelesinin en temel ayaklarından biri barıştır; burada elde edilecek zafer diğer tüm soluk borularının açılması için de olumlu bir rol oynayacaktır.
Yukarıda saydığımız siyasi aktörler üzerinden gidersek, hatta bunlara DEVA Partisi, Gelecek Partisi gibi diğer çizgileri de eklersek, Türkiye’nin ve Kürt şehirlerinin ana akım gövdesini oluşturan tüm siyasi partiler sürece olumlu bakıyor.
Karşıda duran kimler var? Zafer Partisi ve İyi Parti gibi ırkçılığa oynayarak “süreç karşıtlığı” yarışıyla kendi küçük tabanlarını belirli bir seviyeye çıkarma hedefi güden partiler. Yılmaz Özdil, emekli generaller, “çözümü en çok ben istiyorum” diyip tam tersini anlatan Fatih Altaylı. Mesajları Tanju Özcan tarafından “retweet” edilen TKP. Yaptığı açıklamayla sallantıda duran ama karşıt gruba daha yakın konuşan Mansur Yavaş.
Zayıf ve yenilmesi kolay bir cephe. Fakat yine de işçi sınıfı içerisinde barış propagandası yapmanın, Kürtlerle kardeşliği savunmanın önemi ortaya çıkıyor. Barışı savunanların sesi ırkçılardan ve milliyetçilerden çok daha gür çıkmalı. Kürt halkının barış için uzattığı el Batı’daki işçiler tarafından sıkıca tutulmalı. Bizim için barış mücadelesi bu anlamda işçi sınıfı içerisindeki bölünmüşlüğü gidermek, daha büyük hareketleri el ele inşa etmek açısından önem taşıyor. Barış sürecini bu doğrultuda ele alarak çözüm isteğinin yaygınlaşması için uğraşan bir siyasi çizgide faaliyetlerimizi sürdürmeliyiz.
Ozan Tekin