Eğitimdeki onlarca sorundan sadece birkaç tanesi: İş-ekmek, şiddet-ölüm (Şafak Ayhan)

0 Shares
0
0

Kaderciler, size kötü bir haberim var. Olayların akışı önceden çizilmiş bir rota izlemez.” (Sovyet Devletinin Sınıf Karakteri) ~ Lev Troçki


“Kamuya işe alımları, görevin getirdiği zorunluluklar dışında mülakatı kaldırarak gençlerimizin sınavlardaki başarı sıralamasına göre yapacağız.”

11 Nisan 2023’te Cumhurbaşkanı Erdoğan bu açıklamayı yaptı.  

Eğitim bakanı ise geçtiğimiz günlerde milyonu aşkın öğretmenin merakla beklediği öğretmen atamaları için “Yirmi bin kişilik bir alım olacak, mülakat da yapılacak hem de mülakat gibi mülakat yapacağız” dedi. Neden bu kadar az kadro sorusuna ise cevap hazırdı, çünkü kamuda tasarruf tedbirleri. Mülakatları nasıl yapacaksınız sorusu ise bir yığın laf kalabalığı ile geçiştirildi. Hukuk adına hiçbir şeyin kalmadığı, insanların herhangi bir devlet kurumuna duyduğu güven sorunu ortadayken, eğitim bakanının mülakata giren öğretmenleri 45 dakika boyunca kamera altına alarak, hatta mülakata itiraz hakkı vererek mülakatı savunuyor olması devletin kendi kurumları içinde yaşadığı bir dizi çelişkinin de aslında göstergelerinden.

Üniversite sınavı sonrası herhangi bir üniversitenin eğitim fakültesine yerleşiyorsunuz, dört yıllık pedagojik formasyon olarak da bilinen bir dizi eğitim bilimleri dersi alıyorsunuz, son yılınızda iki eğitim öğretim dönemi boyunca okullarda staja gidiyorsunuz, ders defteri doldurmaktan tutun da ders anlatmaya kadar öğrendiğiniz şeyleri uygulamayı öğreniyorsunuz. Okul bitiyor KPSS denen rıza gösterme aracı ile karşı karşıyasınız, oraya da yıllarınızı harcıyorsunuz, devletin sizi öğretmen olarak kabul edip size iş verebilmesi için tüm gücünüzle mücadele veriyorsunuz. Bu sınavda başarılı olmanız bile yeterli değil, bu kez de mülakat karşınıza çıkıyor. Mülakatların bu topraklarda aslında ne demek olduğunu uzun uzun konuşmaya gerek bile yok. 4 yıl size öğretmenliği öğreten sizi mezun eden üniversiteye ve size, bakanlık dolayısıyla da devlet güvenmiyor. Öğretmenlik bir uzmanlık mesleğidir, ben bu üniversiteden mezun olduysam öğretmenim demektir. Öğretmenliği sınava, mülakata bağlayan bu sistem, zaten ataması yapılmayan öğretmenleri, piyasacı eğitim doğrultusunda özel okullarda, etüt merkezlerinde, şurada burada asgari ücretin bile altında saatlerce çalıştırmak için tasarlanmıştır.

Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu bundan yıllar önce sistemin bu canavarlığına karşı örgütlenmiş öğretmenler tarafından kurulmuştu. Mülakatların ve piyasacı eğitimin dayatıldığı bu atmosferi dağıtmak ataması yapılmayan öğretmenlerin, kamu emekçilerinin ve özel sektör eğitim emekçilerinin ancak ve ancak birleşik mücadelesi ile olacaktır.

Birleşik mücadele demişken

10 Mayıs’ta eğitim emekçileri iş bıraktı. Hem de yüz binlerce öğretmen, bazı yerlerde hem veliler hem de öğrenciler bu iş bırakmanın birer öznesi durumundaydı. Peki, neden iş bırakıldı ve neden öğretmenlerin tabandan hızlıca örgütlenmesiyle alanlar dolduruldu? Her seferinde birleşik mücadele diyen ve bu mücadelenin lokomotifi olan Eğitim Sen öncülüğünde iş bırakma eylemleri nasıl bu kadar başarıya ulaştı? Çünkü 74 yaşında emekli bir öğretmen özel bir okulda görevi başında iken bir öğrencisi tarafından öldürüldü. Peki, gerek eğitimde gerekse sağlıkta kamusal alanın her yerinde günden güne artan şiddet ve ölümlerden herhangi biri gibi gözüken bu olaya bu denli büyük tepkinin gelmesi normal miydi? Tam da burasının aslında hem politik hat olarak hem de birleşik mücadele açısından bakılması gereken, yönümüzü dönmemiz gereken taraf olduğunu düşünüyorum. Bu bir patlamaydı ve ardı arkası her an gelebilecek bir patlama.

Tarihin her döneminde bu aşağıdan gelen öfkeyi durdurmak görevi kendine verilen, mevcut sarı sendikalar bile ne yaparsa yapsın (ayrı miting alanlarında, ayrı basın açıklamaları örgütleme, katilin etnik kimliğinin önemi varmış gibi göçmen düşmanlığını hararetlendirecek açıklamalar yapmak, sorunu burada görmek) tabanındaki öfkeye engel olamadı ve bu sendikaların üyeleri birleşik miting alanlarındaydı.

Bu öfke günden güne artan yoksulluğun bir öfkesidir. Bu öfke 74 yaşına gelmiş ve kalan ömründe rahat bir yaşam geçirmek hakkı olan emekli eğitim emekçisinin piyasalaşmış eğitim sisteminde geçinebilmek için çalışmak zorunda bırakılmasının öfkesidir. Bu alanları dolduranların öfkesi, servetine servet katanlara sağlanan vergi kolaylıklarına karşın emekçilere dayatılan onlarca vergiye karşı duyulan öfkenin göstergesidir. Birleşik mücadele imkânları tüm egemen fikirlere ve temsilcilerine rağmen kurulabiliyorsa, toplumsal muhalefeti burada örmek gerekiyor. Bizlerin bu yoksulluk ve sefaletten çıkıp, savaş politikalarına karşı barışı, ırkçılığa karşı kardeşlik ve dayanışma ağlarını kurmamızın yolu tam da buradan geçmektedir.

Egemen sistemin belki de biz emekçilerden daha da iyi bildiği bir şey var: “Birleşen işçiler yenilmezler”. Bu birleşik mücadelemizi engellemek için elinden geleni yapmakla görevli olanlar çoğunlukta ve oldukça güçlüler. Bizlerin ise önümüzde üretimden gelen gücümüzü gösterecek olan ancak ve ancak mücadele ile bunu aşıp birleşebileceğimizi gösterecek fırsatlar var.

Şafak Ayhan

0 Shares
You May Also Like

Seçimler, sol ve CHP – Ozan Tekin

31 Mart 2024 yerel seçimlerinde AKP-MHP ittifakının yenilgisi, Türkiye’de siyasetin düzlemini baştan aşağı değiştirdi. Tüm aktörler yeni dönemin…