İngiltere’de faşist çetelerin sığınma merkezlerine, mülteci destek bürolarına, göçmen yardım merkezlerine, hukuk bürolarına saldırıları karşısında; Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk (SUTR) kampanyasının çağrısıyla binlerce insan, polisin “sokaklardan uzak durun” uyarılarına rağmen sokaklara çıktı.
Sendikalı işçilerin ve gençlerin içerisinde ağırlıklı olduğu devrimci sosyalistler, Filistin ile dayanışma aktivistleri, Müslüman topluluklar, olası saldırıların gerçekleşeceği her noktada birleşerek on binler oldu. Faşizme ve ırkçılığa geçit vermeyeceklerini gösterdi. Faşist tırmanışa karşı verilen mücadele, mevcut gidişatın durdurulabileceğini gösterdi. Müslümanlara, göçmenlere güven vererek hareketin güçlenmesine yol açtı.
Mücadeleye devam
7 Ağustos günü faşist çetelerin saldırmayı planladıkları her yerde ırkçılık karşıtları, göçmenleri savunmak için faşistlerin karşısında etten duvarlar ördü. Irkçılık karşıtları Londra, Birmingham, Bristol, Liverpool ve Newcastle gibi İngiltere’nin çeşitli şehirlerinde gösteriler düzenledi. “Kimin sokakları, bizim sokaklarımız”, “Aşırı sağı durdurun” sloganları ve “Mülteciler hoş geldiniz”, “Naziler dışarı” dövizleri sokaklara hâkim oldu. Göğüs göğüse verilen mücadele sonunda saldırılar engellendi.
Kuzey İrlanda’da Belfast’ta camilere saldırı planı yapan faşistler, anti-faşist güçler tarafından önlendi. Belfast’taki eylemde konuşan Demir Yolu İşçileri Sendikası lideri, “Faşistlerin toplumumuzu ve işçi sınıfımızı bölmelerine izin vermeyeceğiz” diyerek, ırkçılığın sokaklardan sökülüp atılması için mücadeleye devam etmekte kararlı olduklarının altını çizdi.
Irkçılık ve faşizm karşıtları, faşist tehdidin devam ettiğini, bu başarının faşistleri sokaklardan temizleyecek, ırkçılığı önleyecek daha güçlü bir hareketin inşasında bir başlangıç noktası olduğunda hemfikirler. SUTR tarafından mahallerde zoom üzerinden örgütlenen toplantılarda, faşistleri sokaklardan temizlemek için polise güvenemeyeceklerini söylüyorlar ve daha güçlü bir mücadelenin hazırlıklarını yapıyorlar.
Faşizme karşı mücadelede köklü bir gelenek
İngiltere’de 2022-23 yıllarında, ülke çapında 1 milyon işçinin katıldığı genel grevler yaşandı. İngiltere’nin Ukrayna Savaşı’na desteğinin sonuçlarını işçi sınıfından saklamaya çalışan sendikal bürokrasinin müdahaleleriyle grevler sona erdi. Ancak İsrail’in Gazze’yi işgali emekçi sınıflarda büyük bir öfkeye yol açtı. Yüz binlerce insanın katıldığı protesto gösterileri İşçi Partisi’nde bölünmeye yol açarken, sendikaların tabanlarında bulunan işçiler de yoğun bir biçimde gösterilerde yer aldılar. İngiltere’de anti-faşist mücadelenin 1930’lu yıllara dayanan köklü bir geleneği bulunmakta. Ayrıca 1970’lerde ve 90’lı yıllarda ırkçılığa ve faşistlerin sokaklardaki hakimiyetine karşı başarılı ırkçılık karşıtı kampanya deneyimlerine sahip. Ancak son birkaç yıldır İngiltere’deki emekçi sınıfların yükselişe geçen mücadelelerinin, kitlesel mobilizasyondaki etkisini teslim etmek gerekir. Faşist tırmanışa karşı aşağıdan verilen birleşik mücadele, sıradan insanların mücadelesi, mevcut gidişatın durdurulabileceğini gösterdi. Müslümanlara, göçmenlere güven vererek, hareketin güçlenmesine yol açtı.
İngiltere’deki faşist saldırıların arkasında da birkaç hafta önce Kayseri’de başlayan, onlarca kentte devam eden, daha öncesinde İzmit’te, Altındağ’da yaşanan göçmenlere yönelik saldırılardan aşina olduğumuz faşist odakların yaydıkları asılsız iddialar ve suçlamalar var.
29 Temmuz’da Southport Kasabasında 3 çocuğun bıçaklandığı bir saldırı gerçekleşti. Bu olay son seçimlerde parlamentoda 5 milletvekili kazanmaktan cesaret alan faşist odaklar için fırsat yarattı. Aşırı sağcı Reform UK partisinin lideri Nigel Farage sosyal medyadan “Gerçek bizden saklanıyor” mesajını paylaştı. Ardından Faşist “English Defence League/İngiltere Savunma Ligi” (EDL) ve “Reform UK” taraftarları utanç verici “yabancı avına “çıkma çağrıları yaptılar.
Saldırıların asıl sorumlusu 14 yıllık Muhafazakâr Parti
Saldırıları başlatan ve yönlendiren iki faşist odak olmakla birlikte, 14 yıldır ülkeyi yöneten Muhafazakâr Parti saldırılardan birinci derecede sorumlu. David Cameron’dan Theresa May’e, Boris Johnson’dan Rishi Sunak’a Muhafazakâr Parti’nin tüm liderleri, ekonomik ve siyasal krizler ve skandallarla geçen 14 yıl boyunca göçmenleri hedef gösterdi. Irkçılığı ve islamofobiyi besledi.
2008 krizinden beri ekonomik ve siyasal krizlerle sarsılan İngiltere de kemer sıkma politikaları devreye sokuldu. Düşük ücretler, alım gücünün azalması, sağlık ve eğitim hizmetlerine ulaşmada yaşanan krizlerle dolu yıllarda göçmenler hedef gösterildi. 2016 yılında yapılan Brexit oylaması sonucu iktidara gelen Boris Johnson’un vaat ettiği gibi Brexit’den çıkış sonucu ekonomide iyileşme vaatleri gerçekleşmedi. Aksine Covid 19 ve sonrasında Ukrayna savaşı ekonominin daha da kötüleşmesine yol açtı. Johnson’un Pandemi karşısında “sürü bağışıklığı” politikaları 200 binden fazla insanın hayatını kaybetmesine yol açtı. Boris Johnson’un skandallarla geçen iktidarının ardından Liz Trus’ın kısa dönem iktidarı sonrasında Sunak iktidara geçti.
Sunak dönemi de işçi sınıfına saldırılarla geçti. Enflasyon rakamları yüzde 10’dan 2’ye indi ama hayat pahalılığı ve yüksek faizin yol açtığı ekonomik durgunluk nedeniyle emekçilerin koşullarında bir iyileşme yaşanmadı. Özellikle de sağlık hizmetlerine ulaşımdaki zorluklar artarak devam etti. Milyonlarca insanın yaşam koşullarını değiştirecek kaynaklar emekçilerden esirgenirken, Ukrayna’ya askeri yardımlar arttırıldı. Savunma harcamalarında artış yaşandı. İngiltere Savunma Bakanlığı’nın yayınladığı 2022/2023 resmi istatistiklere göre savunma için 25 milyar pounddan (31,5 milyar dolar) fazla harcama yapıldı.
İslamofobiye ve göçmenlere karşı ırkçılık beslendi
Kaynaklar silahlanmaya ve sermaye yararına harcanırken göçmenler suçlu ilan edildi. Sunak, ülkedeki “düzensiz göçmenleri” topluca yaşayacakları kamu tesislerine taşıma vaadinde bulundu. Otellerde tutulan 500’e yakın erkek göçmen, “Bibi Stockholm” adlı gemiye yerleştirilirken binlerce göçmen iki farklı hava üssündeki kullanılmayan binalara taşındı. Sunak “Yasadışı göçle mücadele” adı altında göçmenleri yüzer hapishanelere doldurup ülkeden çıkarmayı hedefleyen “Ruanda Planı”nda ısrar etti. Yüz binlerce insanın Filistin halkıyla dayanışma gösterilerini “nefret yürüyüşü” olarak tanımlayıp, karaladı.
Muhafazakârların düşüşü, faşizmin tırmanışı
7 Temmuz’da gerçekleşen seçimlerde tahammül sınırlarını iyice zorlayan Muhafazakâr Parti büyük bir yenilgi yaşadı. 14 yıllık iktidarını İşçi Partisi’ne devretmek zorunda kaldı. İngiltere’deki seçimler, göçmenleri sorun olarak gösteren, milliyetçilik temelli politikaların, aşırı sağın güçlenmesine yol açtığını gösterdi. Muhafazakâr Parti’den azımsanmayacak bir oy faşist partiye kaydı[1]. Faşist parti Reform UK mecliste 5 milletvekiliyle yer aldı. Daha önce 7 kere seçime girip kaybeden partinin lideri Nigel Farage meclise girmeyi başardı. Parlamentoda sağlanan başarı ırkçı saldırılar içinde zemin yarattı. İktidara gelen İşçi Parti’sinin istikrar vaadi, aşırı sağ odakların güçlenmesine yol açan kemer sıkma politikalarının devam edeceğini göstermekte. Göçmenlere yönelik politikalarda İşçi Partisi liderliğinin, Muhafazakâr Parti’den tek farkı: sorun olarak gördükleri göçmenlere karşı daha başarılı politikalar üreteceklerini söylemesi.
Kapitalizmin içinde bulunduğu çoklu krizler karşısındaki kifayetsizlik hali, her bir krizle derinleşerek devam etmekte. Kapitalizm, burjuva toplumunun içinde bulunduğu çöküş nedeniyle; hukuktan, ekonomiye, siyasal alanlardan, sosyal yaşama herhangi bir alanda herhangi bir iyileşme vaat edebilecek durumda değil. Egemen sınıflar hemen her yerde kemer sıkma politikalarıyla krizin faturasını işçi sınıfına yüklerken, işçi sınıfının en güvencesiz ve korumasız kesimleri; başta göçmenler, kadınlar ve LGBTİ artıları hedef göstermekte, bu kesimler üzerinde baskı mekanizmalarını yoğunlaştırmaktalar. Otoriter iktidarların sadistleşip, alt sınıflara çeşitli imtiyazlar bahşedip günü kurtarmaya çalışmalarından çok, keskin bir sınıf mücadelesinin her alanda yaşanmakta olduğuna tanık olduğumuz, olağanüstü koşullarda yaşıyoruz. Sermayenin krizden çıkmak için işçi sınıfını parçalayarak tamamı üzerinde hakimiyet kurmak istemesi söz konusu olan.
Mevcut koşullar, kapitalizmin yarattığı yıkımlara karşı, öfkenin ve kitlesel mücadelelerin artmasına yol açmakta. Sadece son birkaç hafta içinde Bangladeş, Kenya ve Nijerya’da meydana gelen milyonluk isyan dalgaları bile sermaye açısından varoluşsal bir tehditle yüz yüze olduklarını göstermeye yeter. Merkez ülkelerde de kemer sıkma programlarının ve emperyalist savaşların yarattığı yıkıma karşı tepkiler yaygınlaşıyor. İsrail’in Gazze’yi işgali karşısında gözle görülür bir sınıfsal kutuplaşma yaşanıyor. İngiltere’den, Güney Kore’ye, ABD’den Mısır’a dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan kendi egemen sınıflarının İsrail’i destekleyen politikalarının karşısında duruyorlar.
Troçki’nin “Faşizme Karşı Mücadele” adlı kitabında, kapitalizmin krizlerle sarsıldığı, büyük isyan dalgalarının yaşandığı koşullarda, sermayenin devletin yukarıdan darbe gibi sert müdahalelerini devrim korkusuyla göze alamadığı koşullarda, faşist hareketin, orta sınıfları ve küçük burjuvaziyi işçi sınıfına karşı sokakta mobilize edebilme yeteneğiyle sermayeye güven veren, kitlesel karşı devrimci bir hareket olduğunu anlatır. İngiltere’de hayat pahalılığına, emperyalist savaşların yol açtığı yıkımlara tepki duyan emekçilerin hoşnutsuzluğu artarken, EDL ve Reform UK’nin oluşturduğu faşist odaklar; islamofobi, göçmenlere yönelik ırkçı kampanyalar ve saldırılar üzerinden tabanlarını genişletmeye çabalıyor. 7 Ağustos eylemlerini kıymetli yapan şey, aşağıdan oluşturulan birleşik kitlesel mücadelenin faşist odakların tüm çabalarını akamete uğratması oldu.
Çağla Oflas
[1] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ingilterede-isci-partisi-14-yillik-muhafazakar-parti-iktidarini-devirdi/3266898