Geçtiğimiz Haziran ayında Hakan Fidan, “Rusya-Ukrayna savaşı AB üyesi bir ülkeye sıçramadı ama giderek dünya üzerinde bölünmelerin arttığını görüyoruz” sözleriyle 3. Dünya Savaşı’nın gelmekte olduğunu söyledi. Ardından Milli Savunma Bakanlığı da “savaşa hazırız” dedi.
Uluslararası arenada nükleer savaş tehdidi dâhil emperyalist savaşın daha da şiddetleneceğine dair beyanatlar yoğunlaşmaya devam etti. ABD’de seçim öncesinde yapılan canlı televizyon tartışmasında Joe Biden ve Trump birbirlerini “3. Dünya Savaşı” çıkartmakla suçladı.
Putin, “Rusya’nın dünyadaki güç dengesini korumak için nükleer cephaneliğini geliştireceği” açıklamasını yaptı. Açıklama öncesinde Rusya’nın üst düzey nükleer denizaltısı Küba’da tatbikat yapmıştı. Putin aynı ay 24 yıl sonra Kuzey Kore’yi ziyaret etti ve her iki ülkenin de saldırıya maruz kalması durumunda karşılıklı yardım sözü verdiği bir anlaşma yaptı. Nükleer bir güç odağı olan Kuzey Kore ve Rusya arasındaki yakınlaşma, her fırsatta nükleer silah kullanma kartını kullanacağını ima eden Rusya tehditlerinin bir olasılıktan çok daha fazlası anlamına geldiğine ilişkin işaretler.
Nükleer cephaneliğin geliştirilmesi hızı Rusya dışında da artmış durumda. Nükleer Silahların Tamamen Ortadan Kaldırılması için Kampanya’nın raporuna göre; ülkelerin nükleer silahlar için harcadığı para 2023’e oranla yüzde 13,4 arttı. ABD, 51,5 milyar dolarla, en fazla harcama yapan ülke konumunda. Onu 11,9 milyar dolarlık harcamayla Çin takip ediyor. Rusya 8,3 milyar dolarla üçüncü sırada yer almakta.[1]
Dahası Putin, Kuzey Kore’den sonra Doğu Asya turuna devam ederek Vietnam’a gitti. Ve Batının Ukrayna’ya silah yardımı yapmasına karşılık Rusya’nın da Kuzey Kore dahil dünyanın diğer bölgelerine silah tedarik etme hakkını saklı tuttuğunu söyledi. Bu gelişmeler Ukrayna ve Ortadoğu’da muhtelif cephelerde sürmekte olan savaşın Asya-Pasifik bölgesinde sürmekte olan gerginliği beslediğini gösteriyor.
Silahlanma hızı artıyor
Askeri harcamalardaki olağanüstü artış da emperyalist kamplar arasındaki hegemonya mücadelesi arasındaki bağlantıyı netçe göstermekte. SIPRI küresel silah transferlerine ilişkin 22 Nisan 2024 tarihli raporunda dünya genelinde askeri harcamaların, dokuzuncu yıl üst üste artarak 2,45 trilyon dolarlık rekor seviyeye ulaştığını belirtti. 2009’dan bu yana ilk kez, askeri harcamalarda, beş coğrafi bölgenin hepsinde artış kaydedildi. Rapora göre; Avrupa, Asya ve Okyanusya ile Ortadoğu’da büyük artışlar kaydedildi.
Raporda, ABD’nin 2023 yılında savaş harcamalarını yüzde 2,3 arttırarak 916 milyar dolara yükselttiği ve bu harcama kaleminin toplam NATO askeri harcamalarının yüzde 68’ine denk geldiği belirtiliyor[2].
Türkiye’de silahlanma ekonomisi öne çıkıyor
Türkiye ise silah ihracatını yüzde 106 artırarak yaklaşık iki katına çıkardı. SIPRI verilerine göre Türkiye, dünyanın en büyük 11’inci silah ihracatçısı konumunda. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı verileri de 2022 yılında sadece 248 milyon dolar olan savunma ve havacılık ihracat hacminin 2023 yılına gelindiğinde 22 kat artış göstererek 5,545 milyar dolara ulaştığını ortaya koyuyor. Bu verilere göre 2022 yıl sonu itibarıyla sektörde faaliyet gösteren firmaların toplam cirosu 12,2 milyar dolar olarak gerçekleşti. İhale süreci devam eden projeler dâhil edildiğinde ise yaklaşık 90 milyar dolarlık proje hacmine ulaşıldı.
Türkiye, NATO üyeleri arasında en çok askeri harcama yapan ülkelerin başında geliyor. Nitekim 2024 bütçesinde “savunma ve güvenlik” birimlerine 971 milyar lira ödenek ayrılmışken, buna Savunma Sanayii Destekleme Fonu da eklenince söz konusu rakam 1 trilyon 133,5 milyar liraya çıkıyor. Bu tutar merkezi bütçenin yüzde 10,2’sini oluşturmakta[3].
Diğer NATO ülkeleri de silahlanma harcamalarını arttırıyor. Haziran ayında NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, Biden ile görüşmesinde, üye devletlerin bu yıl savunma harcamalarını yüzde 18 artıracağını söyledi. Söz konusu artış, Rusya’ya karşı yürüttüğü Ukrayna savaşını besleyen NATO’da son yılların en büyük askeri harcama artışına işaret etmekte.
Emperyalist kamplaşmalar üzerinden büyüyen bölgesel savaşlar, gerilimler askeri harcamaları büyütürken, askeri harcamalardaki rekabet, savaşı kızıştırıyor. Afganistan, Suriye, Libya, Yemen, Ukrayna yerle bir edilirken, milyonlarca insan yaşamını yitirip, yaşamları altüst olurken, sermaye savaşı yeni cephelere yaymaya çalışmakta. Tüm dünyada savaş ekonomisi ve militarizm yükselirken; savunma giderleri işçi sınıfının geniş kesimlerinden karşılanmakta.
Soykırımı normalleştiren savaş politikaları
ABD’nin Ukrayna’da Rusya’ya karşı savaşı desteklemesi, “küresel bir tehdit” olarak gördüğü Çin’e karşı savaşın başlangıcıydı. Bugün İsrail’in işgali altındaki Gazze’de yaşanan soykırımının, tüm bölgeyi ilgilendiren kapsamlı bir savaşın yolunu döşediği, büyük güçlerin soykırım üzerinden güç gösterileri yaptıkları çok daha gözle görülür hâlde.
Netanyahu’nun ABD kongresinde yaptığı utanç verici konuşma, soykırımın, emperyalist kapışmaların kabul edilebilir bir aracı olarak normalleştirilmesiydi aynı zamanda. Öte yandan Rusya’ya karşı ABD-NATO savaşının tırmanması; stratejik ve taktik olarak nükleer silahların da kullanılabileceği olasılığının de-facto olarak kabul edilmesine yol açmakta.
Savaş çoktan başladı
Bugün “Üçüncü Dünya Savaşı’na gidiyoruz” cümlelerini kurduran süreç çoktan başlamış durumda. Yukarıda özetlediğim gelişmeler, ABD’nin hegemonik gücünün gerilemesi karşısında, Çin’in küresel düzeyde meydan okumasının yol açtığı emperyalizmin krizinin bir dünya savaşı olduğu, artık çok daha gözle görülür vaziyette. Clausewitz’in “Savaş, siyasetin başka yollarla devamıdır” şeklindeki ünlü sözü hâlâ güncelliğini korumakta.
Bugünkü savaş da daha önceki iki dünya savaşındaki gibi emperyalistlerin yağma ve gasp politikalarının devamı ve aracıdır. Emperyalist dünya savaşlarının amacı; emperyalist güçlerin, pazarları ve hammadde kaynaklarını kendi güçleri ölçüsünde, nüfuz alanları temelinde yeniden paylaşmalarıdır.
Lenin emperyalizmi, sermayenin ve üretimin yoğunlaşmasıyla ortaya çıkan kapitalizmin bir aşaması olarak tanımladı. Buharin Dünya Ekonomisi adlı kitabında; yoğunlaşan, merkezileşen sermayenin devletle iç içe geçmesi sonuncunda, dünya pazarlarında birbiriyle rekabet eden devletler sisteminden söz eder[4]. Sermayenin ve büyük güçler arasındaki jeopolitik rekabet ve sermaye ile iç içe geçmiş devletlerin hâkimiyeti altındaki kapitalist dünya ekonomisi, kaçınılmaz olarak savaşa yol açar.
Emperyalist büyük güçler küresel düzeyde hâkimiyet mücadelesi verirlerken, bölgesel güçler de bu mücadeleye eklemlenerek, bölgesel pazarlar ve hammaddeler üzerinde pay kapmaya çabalarlar. Kapitalist devletler arasındaki güç mücadelesi, etki alanları ve pazarlar üzerinde gerilimler belli bir eşiğe ulaştığında, siyasal ve ekonomik rekabette kimin egemen olacağını belirlemek için savaş seçenek haline gelir. Temenniler ve diplomatik girişimler, kapitalistleri caydıramaz.
Savaşı bitiren devrim
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Rusya’da gerçekleşen Ekim devrimi, bu anlamıyla yol gösteren bir deneyim. Rusya’da gerçekleşen işçi devriminin kıymeti; emperyalist savaşa son vermenin dışında, işçi sınıfının öz örgütlenme organlarını inşa etmesi, kapitalizme alternatif sosyalist bir dünyanın kapılarını açmasıdır.
Emperyalist güçlerin dünyayı yeniden paylaşmak için birbirleriyle gırtlak gırtlağa geldikleri 1. Dünya savaşında; Avrupa, Asya ve Afrika kısa sürede kan gölüne döndü. Savaş, kitlesel ölümler, sakatlıklar, uzun süreli askerlik, açlık, salgın hastalıklar, uzayıp giden kayıp listeleri, sefalet; cephelerdeki yoksul emekçilerin bıkkınlığını, öfkesini ve tepkisini daha da arttırdı. Öte yandan İkinci Enternasyonal partileri “anavatan savunusu” adı altında sermayenin peşine takılıp işçi sınıfa ihanet ettiler. Rusya’da Lenin önderliğindeki Bolşevikler, Almanya’da ise Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in başını çektiği birkaç sosyalist, “asıl düşmanın içerde” olduğunu, emperyalist savaşı sermayeye karşı iç savaşa çevirmek gerektiğini anlattılar. Nitekim öyle de oldu.
Savaşa karşı faaliyet gösteren Bolşeviklerin hareket içinde etkisi artmaya başladı. 1915’de Putilov fabrikasında işçiler Sibirya’ya gönderilen beş Bolşevik’in serbest bırakılması ve ekonomik taleple iş yavaşlattılar. 1916’da Petersburg’da 100 bin işçi greve çıktı. Askerler içinde de huzursuzluk artmaya başladı, işçilere ateş açma emrinin verilmesi halinde emre uyulmaması gerektiğine ilişkin propaganda yaygınlaştı. Şubat ayında Putilov fabrikasında yeni bir grev dalgası başladı. 1916’da grev nedeniyle 9 matbaa greve çıktı. 1917’de Kanlı Pazar’ı anma gününde 114 iş yerinde 137 bin 500 işçi greve çıktı. Onu Putilov işletmelerindeki işçilerin oturma eylemi izledi. Grev diğer işyerlerine yayıldı. 23 Şubat 1917’de Uluslararası Kadınlar Günü’nde kadınların başlattıkları gösterilere ve grevlere, askerlerin ayaklanması eklendi. İşçiler öz yönetim organları Sovyetleri kurdular. 1917 Ekim’inde iktidarı alan işçi sınıfı bir yıl sonra da Almanya ile Brest Litovks barış anlaşmasını imzaladı. Ekim devriminin etkisi tüm Avrupa’ya yayıldı.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda benzer gelişmeler yaşandı. Budapeşte’de cephane fabrikalarında işçiler iş bıraktı. Viyana’da gerçekleşen grevlere 250 bin işçi katıldı. Rusya’daki gibi işçi konseyleri kuruldu. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yıkıldı. Yerine konseyler cumhuriyeti kuruldu.
Almanya’da grev dalgası yayıldı. Birinci gün 400 işçinin katılımıyla gerçekleşen greve ikinci gün 100 bin işçi daha katıldı. Berlin’de grev Hamburg, Kiel, Nürnberg, Köln, Manheim gibi şehirlere yayıldı. Kasım 1918’de Kiel’de 20 bin askerin katıldığı kitlesel mitingde asker konseyleri ilan edildi. Sonrasında da konseyler tüm şehirlere yayıldı. İtalya’da 1920-21 yıllarında Torino, Milano gibi sanayi bölgelerinde genel grevler gerçekleşti. İşçilerin taban örgütleri kuruldu. Avrupa’da devrimler savaşa son verirken, imparatorlukları tarihin çöplüğüne attı. Devrim Rusya dışında başarılı olamadı ama sosyalist bir dünyanın kapılarını zorladı.
Soykırımı ve savaşı durdurmak için işçi sınıfının kitlesel seferberliğine ihtiyacımız var
Bugün İsrail’in soykırımına karşı dünyanın her yerinde kitlesel seferberlikler yükselmekte. İşçi sınıfının ve gençlerin içinde yer aldığı milyonlarca insan İsrail soykırımını besleyen egemen sınıflarına karşı mücadele etmekteler. Zaman zaman işçi eylemlerinin de yaşandığı bu gösteriler son derece önemli ve şimdiden kazanımlar elde etmekle birlikte sadece bir başlangıç.
Savaşı durdurmak için işçi sınıfının genel grevlerden oluşan, kitlesel seferberliklerine ihtiyacımız var. Ekim devriminin birinci dersi, savaşa son vermek için tüm dünyada gerçekleşecek işçi devrimlerine ihtiyacımız olduğu. İkincisi, emperyalist kamplaşmaların dışında işçi sınıfının uluslararası çıkarlarını savunmak, milliyetçiliğe karşı enternasyonalizmin bayrağını her yerde ve koşulda yükseltmek.
Çağla Oflas
[1] https://www.indyturk.com/node/732066/d%C3%BCnya/putin-rusya-d%C3%BCnyadaki-g%C3%BC%C3%A7-dengesini-korumak-i%C3%A7in-n%C3%BCkleer-cephaneli%C4%9Fini
[2] https://www-sipri-org.translate.goog/media/press-release/2024/global-military-spending-surges-amid-war-rising-tensions-and-insecurity?_x_tr_sl=en&_x_tr
[3] https://www.dunya.com/sektorler/nitelikli-zihniyet-degisimi-teknolojide-cigir-aciyor-haberi-733820
[4] Bukharin, 2009, s.126-127