Yeni Ortadoğu düzeni tabii ki yeni dünya düzeninden bağımsız değil. Biden’ın 2020’lerin başından beri dünyayı iki kutuplu olmaya zorlama çabasının sonuçlarını Ortadoğu’da da görüyoruz. Amerika ve AB ülkeleri ile Çin ve Rusya kutuplaşmasının, dünyada ekonomik ve askeri hegemonya kurma mücadelesinin vahşi sonuçlarını, Rusya-Ukrayna savaşından sonra İsrail’in Gazze soykırımında görüyoruz. Amerika destekli İsrail ile Çin ve Rusya destekli “Direniş Ekseni” -İran’ın Amerika ve İsrail’e karşı oluşturduğu askeri ittifak- karşı karşıya geldi. Nasıl Rusya Ukrayna’yı işgal ederek karşı kutba güç gösterisinde bulunuyorsa, İsrail de Ortadoğu’da aynısını yapıyor. Yirmi birinci yüzyılda dünyayı altüst edecek iki büyük savaş ile devam ediyoruz.
Üçüncü Dünya Savaşı ancak Amerika veya Çin savaşa katılırsa olur diyenler var. Ben öyle düşünmüyorum, Rusya’nın Ukrayna işgali ile başlattığı vekalet savaşları şimdi İsrail’in Gazze işgali ve Lübnan saldırısı ile devam ediyor. Dünya siyasetinde ciddi değişiklikler olmadan bu savaşlar bitmeyecek gibi duruyor.
Daha bir sene önce, Ortadoğu’da her şey yolundaymış gibi bir görüntü yaratılmaya çalışılıyordu. 2020 yılının önemli gelişmelerinden biri; Birleşik Arap Emirlikleri, Fas ve Bahreyn ile İsrail arasında imzalanan ve diğer İslam ülkeleri tarafından olumlu karşılanan İbrahim anlaşmaları oldu. İsrail uzun yıllar sonra Arap devletleri tarafından tanınmaya başlandı. Filistin meselesi bu dönemde dünyadaki önemini yitirmiş, gündemden kaldırılmıştı. İsrail yerleşimcilerin sayısını artırıyordu, arada uçaklardan bombalar atıyor, saldırılar düzenliyordu ama kimse sesini çıkarmıyordu. Ortadoğu’da güç merkezi Mısır’dan Körfez ülkelerine kaymıştı. Körfez ülkeleri için en önemli mesele İran’dı. 4 Ekim 2023’te ABD başkan danışmanı Sullivan, “Ortadoğu, hiç bu kadar huzurlu, sakin, istikrarlı olmamıştı” demişti.
Üç gün sonra, 7 Ekim 2023’te Filistin konusunda her şey değişti, Ortadoğu’daki dengeler de değişti. Hamas’ın Aksa Tufanı’ndan sonra İsrail Gazze’de katliamlara başlarken, “Direniş Ekseni’nin, üyelerden birinin İsrail ya da ABD ile savaşa girmesi hâlinde birbirlerini desteklemelerinin beklendiği “Arenaların Birliği” stratejisine uygun şekilde İran, Hizbullah, Irak Şiileri ve Husiler, Filistinlileri desteklemek ve Gazze’deki katliamı durdurmak için bu savaşa katıldılar. Hizbullah füzeler, roketler atarak savaşa dahil oldu. Yemen’deki Husiler işgal devletinin kontrolü altındaki topraklara, Kızıldeniz’deki İsrail gemilerine ve İsrail limanlarına giden gemilere füzelerle saldırdı. Gemilerin rotasının yolunun değiştirilmesine sebep olan bu saldırılara karşı Amerika ve İngiltere Yemen’i vurmaya başladı.
ABD’de Biden yönetimi ve Demokratların yeni başkan adayı Kamala Harris, sık sık İsrail’i uyarıp ateşkese ikna etmeye çalışsalar da, askeri ve ekonomik yardımlara son hızla devam ediyorlar. Son bir senede en az üç büyük askeri yardım kararı imzalandı. Yardım kuruluşlarının İsrail’in Gazze’ye giden yardımı bloke ettiğine dair raporları reddedilerek, askeri yardım anlaşmaları peş peşe imzalanmaya devam ediyor.
Geçen hafta Çin Dışişleri Bakanı Vang Yi, İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarının Ortadoğu’da gerilimi yükselttiği ve bölgesel savaş riskini artırdığı bir dönemde İran’ın egemenliği, güvenliği ve toprak bütünlüğünü desteklediklerini açıkladı. ‘İran’ın güvenilir ortağı olmayı sürdüreceğiz’ diyen Çin bu kutuplaşmada yerini belirgin hâle getirmiş oldu.
Buraya kadar anlatılanlar vekalet savaşları ile yürütülen Üçüncü Dünya Savaşı’nı destekliyor. Dünya ülkeleri, Amerika ile Çin’in arasındaki ekonomik, jeopolitik, askeri hegemonya mücadelesinde, savaş meydanlarına dönüştü.
İsrail son bir yılda, Gazze ve Batı Şeria’daki katliamlarda on binlerce Filistinliyi öldürdü, yüz binlercesini yaraladı, 2 milyon insanı yerinden etti, şehirleri yok etti, yaşanmaz hâle getirdi.
Son bir haftadır da İsrail’in Lübnan’da başlattığı katliama tanık oluyoruz. Önce çağrı cihazlarını sonra telsizleri patlatıp 4 bine yakın insana doğrudan saldırdı, bu saldırılarda 37 kişi öldü, 200’ü ağır 2750 kişi yaralandı. İsrail ordusu, 23 Eylül’den itibaren Lübnan’ın güney kentlerinin yanı sıra Beyrut, Bekaa ve Baalbek bölgelerine yüzlerce hava saldırısı düzenledi. Lübnan Sağlık Bakanlığı son 5 gündür saldırılarda 50’si çocuk, 95’i kadın 748 kişinin öldüğünü, 1835 kişinin yaralandığını açıkladı. Siz bu yazıyı okurken ölü sayısı büyük olasılıkla artmış olacak.
BM Genel Sekreteri António Guterres “Lübnan uçurumun kenarında. Lübnan halkı- İsrail halkı- ve dünya halkı – Lübnan’ın bir başka Gazze olmasını kaldıramaz” dedi. Amerika BM kongresinde diğer ülkelerle birlikte 21 günlük ateşkes çağrısı yaptı, İsrail bu çağrıyı reddetti, kara harekâtına hazırlık yapmaya başladı.
Democracy Now’a konuşan Lara Bitar’ın söylediği gibi ne Biden ne diğer liderler bu çağrıyı destekleyecek askeri ve ticari ilişkileri kesme işini yapmadıkları sürece bu savaş bitmeyecek. Dünya çapında milyonlarca insan İsrail ile askeri ve ticari ilişkilerin kesilmesi için sokaklarda ama Amerika kutbunda bunu yapan hükümet yok.
Ortadoğu savaş ve işgaller yurdu
Her ne kadar medya ve siyasetçiler olayların 7 Ekim’de başladığını anlatıyor olsalar da, Ortadoğu’da sorunların başlangıç tarihi çok eski. Osmanlı’nın buraları işgal etmesi de bir başlangıç, Osmanlı’nın yıkılması ile Arap halklarının ayrı devletlere bölünüp sömürgeleştirilmesi de. 1940’larda başlayan bağımsızlık savaşları sömürgeciliğe son verdiyse de Ortadoğu’ya askeri müdahaleler hiç bitmedi. Sömürgecilik tarihine ek 1990’lardan itibaren Amerika’nın bölgeye askeri saldırıları, Irak işgali, Rusya ve İran’ın Suriye’deki devrimi bastırması, Amerika ve Türkiye’nin kuzeyden müdahil olması, İsrail’in sürekli Lübnan’a saldırması, Libya’nın bölünmesi olayları yaşandı. Politik olarak kaos içinde yaşayan bir Irak, bölünmüş bir Suriye var, nüfuslarının yarısı mülteci oldu. Mısır, dış desteklerle ayakta kalabilen bir diktatörlüğe dönüştü.
Şimdi de ABD-AB ile Çin-Rusya kutuplaşmasında Ortadoğu devletleri zorla bir tarafa bağlanmaya çalışılıyorlar. İsrail, Türkiye ve İran, bölgenin alt emperyalist ülkeleri, hem ekonomik hem askeri olarak diğer ülkelerden daha güçlüler, sık sık bölgeye askeri olarak müdahale ediyorlar. Diğerleri hem bu üç ülkeye hem emperyalist ülkelere bağlı ülkeler olarak kabul ediliyorlar. Irak, Suriye, Libya, Lübnan bunlar bağlı oldukları kutuplara göre bölünmüş ve parçalanmış ülkeler.
Bu kaos içinde Amerika, Çin ile olan rekabetine daha fazla olanak sağlamak için Ortadoğu’dan askerlerini çekmeyi planlıyordu. Daha geçen hafta Irak’tan asker çekme planı açıklandı, 2025 Eylül’de başlayıp Ocak 2026’da bitirilecek bir plan. Hâlbuki 24 Eylül’de yayınlanan bir habere göre Amerika yeri söylenmeyen bölgelere asker gönderdi. Şu anda bölgede 40 bin Amerikan askeri var. Amerika 2011’den beri bölgeye pek çok sayıda askeri gemi de yerleştirmiş durumda. Rusya da aynı şekilde Suriye’den askerlerini çekeceğini söylemesine rağmen bölgedeki askerlerini ve savaş gemilerini çekemiyor.
İsrail’in Lübnan saldırısı böyle bir ortamda iki kutbun askeri güçlerini karşı karşıya getiren bir sürece yol açmış oldu. Her ne kadar Netanyahu, İsrail ordusunun “Kuzey Okları Operasyonu” adını verdiği Lübnan harekâtının, İsrail’in kuzeyinde yerinden edilmiş 60 bin İsraillinin evlerine dönebileceği kadar güvenli hâle getirmekle sınırlı olduğunu söylese de, bu savaş bir vekâlet savaşı olarak iki kutbun birbirine karşı elini güçlendirme mücadelesinden başka bir şey değil.
Bu vekâlet savaşlarının İsrail gibi, Siyonistlerce yönetilen katil bir devlet tarafından yapılmasının acı sonuçlarını sık sık görüyoruz. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Lübnan’da çağrı cihazı ve telsizlerin patlatılmasıyla başlayan ve Hizbullah’a karşı devam eden yoğun hava saldırılarıyla ilgili, “Bu bir başyapıttı. Hizbullah’ın kurulduğu günden beri en kötü haftasıydı” dedi. Binlerce insanı yaralayan yüzlerce insanı öldüren milyonlarca insanı yerinden eden bir saldırıyı başyapıt olarak ilan eden askerlerin devam ettirdiği bir savaş yaşıyoruz.
Gallant’a göre hava saldırıları, “İsraillileri öldürebilecek binlerce roketi” tahrip etti. Bu baba Bush’un 2000’lerin başında uyguladığı “önleyici savaş” stratejisinin yeni versiyonu. Bush’un bu stratejisi Afganistan ve Irak’ta milyonlarca insanın öldürülmesine, yerinden edilmesine, ülkelerin enkaza dönmesine sebep olmuştu. Tüm bu acıların üzerine 2021’de Afganistan tekrar Taliban yönetimine devredildi. Maalesef tarih tekerrür ediyor.
Netanyahu bu vekâlet savaşını, kendi yerini güçlendirmek için kullanmaya çalışıyor. Bunun için Lübnan’ı yok oluşa sürükleyecek bir savaşa girmekte sorun görmüyor. Maalesef Netanyahu bu savaşçı tutumu ile kendisine güç kazandırıyor. Rehineleri kurtarmaya odaklanmak yerine, Lübnan’da Hizbullah’la savaşmak şu anda Netanyahu kabinesinin önceliği hâline gelmiş durumda. İsrail’in Lübnan ve İran’da daha agresif operasyonlar başlatmasından sonra, Netanyahu’nun anketlerdeki konumu yükselişe geçerek 7 Ekim öncesi seviyeye çıktı.
Çözüm Ortadoğu halklarının kendi diktatörlüklerine karşı başlattıkları Arap direnişinin canlanmasında
İlan Pappê’nin çok sık dile getirdiği gibi, bu savaşın en olumsuz etkilediği ülkelerden biri de İsrail. Netanyahu, Filistin ve Lübnan’da katliamlar yaparak Hamas ve Hizbullah’ı yenebileceğini düşünüyor. Tüm analistler, yazarlar bunun mümkün olamayacağını söylüyorlar. Hamas da, Hizbullah da Ortadoğu’da ezilen, yoksul halkların temsilcileri, Amerika ve İsrail’in vahşetine karşı mücadele edenler olarak görülüyorlar. Bir yıldır devam eden soykırıma rağmen Hamas hâlâ Filistinliler açısından birinci parti. Hizbullah’ın 40 bin askeri olduğu, İran sayesinde askeri mühimmat açısından da güçlü olduğu söyleniyor. Ama en önemlisi Lübnan halklarının alternatif bir siyasi örgütlenmesi olmaması.
2006’daki İsrail-Hizbullah savaşında Lübnan çok zarar gördü, çeşitli köyler, mahalleler yıkıldı ama Hizbullah’a destekte bir azalma olmadı. Irak işgali ve Suriye devriminin bastırılmasındaki rolü, Hizbullah’ın Lübnan dışında da güçlenmesine yol açtı.
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, 19 Eylül’de televizyonda yaptığı bir konuşmada “En ağır darbeyi yedik” dedi ve intikam sözü verdi. 22 Eylül’de yüzlerce roket, seyir füzesi ve insansız hava aracı fırlatıldı, bazı sivil alanlar zarar gördü. Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Naim Kasım “İsrail’e karşı yeni bir açık savaş aşamasından” söz etti ve ekledi: “Onları öldüreceğiz, bekledikleri ve beklemedikleri yerlerde onlarla savaşacağız.”
Hizbullah’ın direneceğiz çağrısına Lübnan halkı da destek veriyor. Beyrut Amerikan Üniversitesi’nden siyaset bilimi profesörü Dr. Jamil Mouawad “Bence Hizbullah’ı desteklemeyen gruplar arasında bile ülke genelinde İsrail karşıtlığı yayılıyor. Pek çok kişi şu an fikir ayrılıklarının bir kenara bırakılması gerektiğini söylüyor. Bu, ideolojik ya da siyasi değil, İsrail’in uyguladığı zulme karşı etik bir duruş.”
İsrail bu iki örgütü imha etmeye ve topraklarını genişletmeye çalışarak kendi iç sorunlarını gizlemeye çalışsa da İsrail’de istikrarsızlık, ekonomik ve politik kriz devam ediyor. Her cumartesi Tel Aviv’de binlerce insanın katıldığı eylemler yapılıyor. Savaşın bitirilmesi için genel grev yapıldı.
Dünyada İsrail’e verilen destekte de düşüşler yaşanıyor. Time‘ın “Morning Consult” isimli araştırma şirketinden edindiği verilere göre, 43 ülkenin 42’sinde İsrail’e desteğin azaldığı görüldü. İsrail’in Gazze’yi işgali hakkında yedi Avrupa ülkesinden katılımcıların oy kullandığı anket, İsrail’e verilen desteğin 7 Ekim sonrasında düşüş gösterdiğini ortaya koydu. Filistin Kamu Diplomasi Enstitüsü adına uluslararası anket şirketi Yougov tarafından Belçika, Fransa, Almanya, İtalya ve İsveç’in dahil olduğu beş Avrupa ülkesinde gerçekleştirilen bir kamuoyu araştırması, bu ülkelerin vatandaşlarının Ortadoğu’daki savaşa dair fikirleri ile ilgili kapsamlı bir tablo sunuyor. Yougov’un yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre, Avrupa kamuoyu İsrail ile silah ticaretine son verilmesini büyük oranda destekliyor.
Dünyanın pek çok ülkesinde aylardır her hafta sonu büyük eylemler gerçekleşiyor. Milyonlarca insan İsrail’in katliamlarını protesto ediyor. Bütün bunların İsrail’e olumsuz etkileri olacaktır.
Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’ndaki İsrail aleyhine açılan soykırım davası devam ediyor. BM’lerde İsrail kürsüden defalarca kınandı: Güney Afrika Cumhurbaşkanı Ramaphosa “Birilerine karşı apartheid yapılırken sessizce oturup izlemeyeceğiz“, Kolombiya Cumhurbaşkanı Petro “Gazze’deki soykırımın durdurulması için sesimizi yükseltiyoruz” dedi.
2006 savaşı sırasında İsrail başbakanı olan Ehud Olmert bile Financial Times’a şöyle dedi: “Ağır bombardımana devam edilirse Hizbullah ortadan kaldırılabilir, Lübnan’ın büyük bir bölümü enkaz hâlinde bırakacak bir yıkıma uğrayabilir. Ancak İsrail de çok büyük acılar çekecek. 1948’den bu yana komşularımızla yaptığımız tüm savaşlarda hiç çekmediğimiz türden bir acı olacak.”
Olmert bile bu savaşın sonunda İsrail’in yıkılma tehlikesi dahil büyük sorunlarla karşılaşabileceğini görüyor. Savaşlar, katliamlar maalesef Ortadoğu’nun sürekli yaşamak zorunda kaldığı bir süreç oluyor. Bunun çıkışı Tunus’ta başlayan Arap direnişlerinin canlanması olacaktır. İsrail ile anlaşma imzalayan değil, Filistinlilerin devlet kurma hakkını savunan ülkelerin sayısının artması Ortadoğu’ya barışı ve huzuru getirecektir. Dünya savaş karşıtlarının mücadelesi, Ortadoğu devrimleri ile bir araya geldiğinde, başka bir dünya mümkün olacaktır.
Yıldız Önen