Tüm dünyanın gözü son iki haftadır yaşanan gelişmelerle Suriye’ye çevrilmişti. Hafta sonunda olaylar başdöndürücü bir hızla ilerledi ve Baas Partisi’nin 61 yıllık iktidarı, Esad ailesinin 53 yıllık hanedanı sona erdi.
El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra Cephesi’ndeki unsurların başka İslamcı gruplarla birleşmesiyle 2017 yılında kurulan HTŞ, sahadaki askeri ilerleyişi kontrol eden gruptu. Diğer tarafta Rusya-İran-Hizbullah ekseninin Esad rejimine askeri olarak yeterli desteği verip vermediği, Baas ordusundaki hızlı çözülüşün arkasında uluslararası bir siyasi mutabakat olup olmadığı bilinmezliğini koruyor.
Pazar günü ortaya çıkan manzara sonucunda ise yeni bir Suriye’nin nasıl kurulacağıyla ilgili hem “resmi muhalefet” hem bütün küresel ve bölgesel emperyalist devletler ve onların destekledikleri gruplar söz sahibi olmaya çalışıyor.
Gün gelir, zorbalar kalmaz, gider
Burada ilk söylememiz gereken şey, Esad’ın iktidardan düşüşünün milyonlarca Suriyelide yarattığı sevinç hissiyatına ortak olduğumuzdur. 2011’de Mısır ve Tunus’ta başlayan Arap Baharı ayaklanmaları Libya ve Suriye’ye ulaştığında, Soğuk Savaş’ın kampçı bakış açısıyla hareket eden stalinist solun aksine, ezilenlerin aşağıdan mücadelelerinin yaratacağı özgürleşme potansiyeline güvenerek devrimleri desteklemiştik. Tarihteki bütün büyük devrimler, egemenler tarafından onları yapanların barbar ve cahil olmasıyla, isyanların dış güçler tarafından kışkırtıldığı suçlamalarıyla karşı karşıya kalmıştır. Suriye’nin sıradan insanlarının hayatlarının kaderini ellerine alma girişimine yöneltilen envaiçeşit saldırının bir bölümünün soldan geliyor olması üzücüydü; fakat olup bitenin gerçek bir devrim girişimi olduğunu görmemize engel değildi.
Esad rejiminin düşüşü 2011’de başlayan ayaklanmanın dinamikleriyle; kitle gösterileri, grevler, sivil itaatsizlik eylemleri yoluyla gerçekleşmedi. Ancak rejimin gidişinin ortaya çıkardığı tablo, o ayaklanmayı gerçekleştirenlerin hedeflerinin gerçekleşmesine yol açabilecek bir mücadele sürecinin önünü açıyor.
Sürgündeki Suriyeliler, seküler-sol muhalefetin aktivistleri, artık “mülteci” olmak zorunda olmadıklarını haykırıyorlar dünyaya. İstedikleri zaman özgürce ülkelerine dönebilecekler. Ve siyasi bir sürecin parçası olabilecekler. En ufak faaliyetleri siyasi baskılarla ve tutuklamalarla, protesto gösterileri kurşunlarla engellenmeyecek. Belki de sosyalist aktivistler Rojava’nın dışındaki bölgelerde de yayınlarını sokaklarda özgürce satabilecek.
Rejimin düşüşünün yarattığı türbülansta ortaya saçılanlar ise dehşet verici. Baas’ın hapishanelerinin korkunçluğu, bu rejimi “antiempreyalizm”, “laiklik” adı altında savunanları utanç verici bir duruma sokuyor. İnsanlar yerin altında ellerinde fenerle hücre arıyor, güneş görmeyen zindanlarda tek bir mahpus kalmasın diye. Hama katliamına katılmayı reddettiği için 42 yıldır hapiste olan Hava Kuvvetleri Pilotu Raghid Al-Tatari, rejimin düşüşüyle özgürlüğüne kavuştu.
HTŞ’nin liderliğinin cihatçılardan oluştuğu, onun ve öncülü olan grupların geçmişte Suriye’de Esad’a karşı mücadele eden halk tarafından protesto edildiği, birçok muhalif aktivisti ve hatta devrime katılan sosyalistleri öldürdükleri sır değil. Dolayısıyla rejimin düşüşünden sonra Suriye’nin doğrudan bir cennet bahçesine dönüşeceğini kimse beklemiyor. Her ne kadar HTŞ’nin lideri Ebu Muhammed Colani “değiştiğini” iddia etse de, farklı kesimlere diyalog çağrısı yapsa da, Batı basınına “ılımlılık” röportajları verip terör listelerinden çıkmaya çalışsa da, aşağıdan bir mücadele ve basınç olmadıkça liderliğini HTŞ gibi güçlerin çektiği bir sürecin Suriye halkına fazla bir faydası olmayacaktır.
Ama en başta söylediğimizi neticelendirmek gerekirse, bütün bu risklerin farkında olmakla birlikte, rejimin düşüşünün Suriye’yi ezilenler açısından daha iyi bir yer hâline getirme yolunda bazı olanakların önünü açabileceğini söylüyoruz. Verilecek eşitlik, özgürlük ve barış mücadeleleri için Suriye işçi sınıfına güveniyoruz. Suriye halkıyla dayanışmamızı ilan ediyoruz.
Emperyalizmi kovmak
İkinci vurgulamak istediğim şey, Esad’ın devrildiği koşullarda, tüm dış güçlerin elini Suriye’den çekmesi için verilecek mücadelenin yükseltilmesi gerektiğidir. Başta bahsettiğim gibi, Baas’ın yenilgisinin arkasında uluslararası bir anlaşmanın olup olmadığını henüz bilmiyoruz. Ancak Rusya-İran-Hizbullah ekseninin zayıfladığı ve Suriye’deki etkinliğinin daha da azalacağı öngörülebilir. Bu durum, ülkede varlığı bulunan ABD, Türkiye ve İsrail’in -zaten katılmadığımız- gerekçelerini de ortadan kaldırıyor.
Suriye için yapılabilecek en iyi şey, ülkenin geleceğine kendi halkının karar vereceği bir yeni düzen için çalışmaktır. Ve bunun koşulu da bütün dış güçlerin Suriye’den çekilmesidir.
Bu görev, Suriyeli olmayıp Suriye halkıyla dayanışmak isteyenlerin önündeki en önemli husus olarak durmaktadır. 13 yıllık savaştan yorulmuş Suriye halkının demokrasi ve özgürlük mücadelelerinin önünün açılması için dış ülkelerin politik ve askeri etkileri sona erdirilmelidir.
Aynı zamanda bunun için verilecek mücadele, “asıl düşman içerdedir” diye ifade edebileceğimiz marksist perspektifle de uyumludur.
Barış ve kardeşlik
Üçüncü konuşulması gereken şey, Suriye’nin geleceğinde Kürtlerin tutacağı yerle ilgili.
Suriye Devrimi’nin yarattığı siyasi manzara, 2012’de Rojava’da rejimin yerini bugün SDG diye bildiğimiz güçlerin öncülük ettiği bir yönetimin almasıyla sonuçlandı.
Baas rejimi altında on yıllar boyu baskı gören, kimliksiz yaşayan iki buçuk milyona yakın Kürt nüfus, Arap Baharı ile birlikte kendi özgürlüğünü kazanabileceği bir statüye kavuştu.
Rojava’daki yönetimin liderleri bundan 11 yıl önce Türkiye’ye geldiklerinde kırmızı halıyla karşılanıyorlardı. Türkiye hükümeti çözüm süreci nedeniyle Kürtleri müttefik olarak görüyordu.
Ancak 2015’te çözüm sürecinin bitmesi ve ardından yaşanan gelişmeler, AKP-MHP ittifakı için dış politikada ana hedefi Rojava’daki durumu istikrarsızlaştırmak hâline getirdi. Bunun için askeri operasyonlar düzenlendi, uluslararası emperyalistlerle anlaşma yolları arandı.
Bugün Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’ı TBMM’de konuşma yapmaya davet ettiği koşullarda, bu düşmanlık bitmeli, Kürt sorununda çözüm odaklı yaklaşımların gündeme gelmesi gerekli. Suriye’deki Kürt güçleri rejimin düşüşünü tarihi bir fırsat olarak yorumlayarak diyalog çağrısı yapıyor. Türkiye’nin etkisi altındaki SMO ise Kürtlere saldırıp onların elindeki bölgeleri ele geçirmeye çalışıyor.
Suriye’nin geleceği Kürtlere düşmanlıkla kazanılamaz; hem burada demokratik bir yönetim ihtimalinin ortaya çıkması hem de bölgesel barış mücadelesinin güçlenmesi için Rojava’nın statüsü ve kazanımları Esad sonrası dönemde son derece belirleyici bir yerde duruyor olacak.
Göçmen düşmanlığına geçit yok!
Dördüncü ve son söylemek istediğim şey ise Suriye’de yaşananların Türkiye’deki yansımalarıyla ilgili.
Hakan Fidan, Ahmet Davutoğlu ve Özgür Özel’in başlattığı koroya İyi Parti, Zafer Partisi gibi aşırı sağcıların katılması çok uzun sürmeyecektir.
“Suriye’de savaş bitti, dolayısıyla mülteciler geri dönmeli” diyen anlayışla kıran kırana bir mücadele yürütmemiz gerekiyor.
Yıllardır burada yaşayan, burada çalışan, ev ve aile kuran, belki de çocuk sahibi olan milyonlarca Suriyelinin ülkelerine zorla geri gönderilmeye çalışılması insanlık dışı bir girişim olacaktır. Suriyeli göçmenler toplumumuzun, işçi sınıfının bir parçasıdır, mücadele arkadaşlarımızdır. Zaten statüsüzlük, geri gönderme riski, devlet kurumlarında kötü muamele gibi artan otoriter rejimin yarattığı birçok baskıyla uğraşıyorlar. Bir de üstüne “memleketlerine geri dönmeleri” yönünde bir saldırıyla uğraşmamaları için Türkiye’deki göçmenlerle dayanışma hareketinin, ırkçılık karşıtlarının seslerini yükseltmesi gerekiyor.
Ülkelerindeki diktatörlüğün düşüşüne “istediğimiz zaman ülkemize gidebiliriz” diye sevinen insanların, bu sevinçlerinin ırkçı bir histeriye dönüştürülmesine izin vermemeliyiz.
Sonuç yerine
Suriye’de ortaya çıkan durumun, İsrail’in Filistinlileri soykırıma uğrattığı, bölgesel ve küresel savaş risklerini barındıran bir dünyada gerçekleştiğini aklımızda tutmalıyız. Dolayısıyla mücadele bitmedi, Suriye halkını özgürlük ve eşitlik yolunda birçok başka engel ve zorluk bekliyor olacak.
Fakat hangi konjonktür dayatmış olursa olsun, bugün gelinen durumda insanları umutlandıran, mücadeleye atılmaya itecek bir yan olduğunu görmezden gelemeyiz. Nasıl ki Türkiye’de faşist partinin lideri tarafından önerilen çözüm sürecine “bölgesel dengelerin zorlamasıyla oldu” diyerek burun kıvırmıyorsak, Suriye halkını on yıllardır ezen bir rejimin devrilmesine de kayıtsız kalamayız.
Oradaki dostlarımızın, yoldaşlarımızın, müttefiklerimizin çabalarıyla dayanışmak için elimizden geleni yapmalıyız. 13 senedir “Eş-şaab yurid ıskat’en-nizam” diyenlerle dayanıştığımız gibi şimdi de yeni bir Suriye’nin özgür ve demokratik bir ülke olmasını savunanlarla mücadele birliğimizi inşa etmeliyiz.
Ozan Tekin
![Ozan Tekin](https://enternasyonaldayanisma.org/wp-content/uploads/2024/11/WhatsApp-Image-2024-11-09-at-10.02.48.jpeg)