2024 yılını barıştan oldukça uzak geçirdik. Ukrayna’da can kayıpları yaşanmaya devam etti, Lübnan ve Filistin bombalandı; binlerce insan hayatını kaybetti ve göç etmek zorunda kaldı. Üstüne, tüm dünyanın gözü önünde katil İsrail devleti defalarca Filistin’deki mülteci kamplarını bombaladı.
Tüm bu savaşların yanında, Türkiye 2024 yılında Suriye’deki “hızla değişen” duruma ayak uydurmaya çalışıyor. Sınır kapılarında başlayan geri dönüşlerin ardından hükümet yeni yönetmelikleri açıklamaya başladı.
İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı’nın verdiği bilgilere göre, Ocak ayının ilk haftalarına kadar 30 bine yakın mülteci geri döndü. Geri dönüşler Hatay-Cilvegözü, Yayladağı, Kilis-Öncüpınar, Gaziantep-Karkamış ve Şanlıurfa-Akçakale sınır kapılarından yürütülüyor.
Geçici koruma altındaki Suriyelilere, ülkelerinin güncel durumunu görmek amacıyla 1 Ocak 2025’te başlayan ve 1 Temmuz 2025’te sona erecek şekilde, en fazla 3 defa izinli çıkış-giriş hakkı tanınıyor. Bu hak öncelikli olarak aile reislerine verilmekte olup, randevu sistemi üzerinden başvuru yapılması gerekiyor.
Süreç dört aşamada ilerliyor:
- Randevu alınması (randevu.goc.gov.tr adresinden),
- İl Göç İdaresi Müdürlüğüne başvuru,
- Yol İzin Belgesi alınması,
- Belirlenen sınır kapısından çıkış işlemleri.
Kilis-Çobanbey ve Hatay-Zeytindalı sınır kapılarından yapılan izinli çıkış-girişlerde, geçiş yapanların tekrar aynı kapıdan Türkiye’ye dönmeleri şart koşuluyor.
Göç Başkanlığı’nın yaptığı açıklamalara bakılırsa, gidişler için belli düzenlemeler yapılmış gibi görünüyor. Peki, gidenleri nasıl bir ülke bekliyor? Suriye’deki belirsizlik yeni göç dalgalarına neden olabilir mi?
10 Aralık ve 12 Aralık tarihleri arasında Cilvegözü Sınır Kapısı’nda geri dönüş için bekleyen mültecilerle görüşme şansımız oldu. Giden ailelerin ortak özelliği yoksul ve işçilerden oluşuyor olmalarıydı. En önemlisi, geri dönüş yapanların yasal süreç konusunda eksik bilgilendirilmiş olması da göze çarpan kritik durumlardan biriydi.
Suriyeli mültecilerin geri dönüşü, medyada yansıtıldığı gibi “akın akın” değil. Geri dönüş yapan mülteciler de zaten “akın akın” geri dönüş beklemiyordu. Üstelik ilk günlerde geçiş yaparak Geçici Koruma Statüsü’nü kaybeden mültecilerin yasal süreç hakkında bilgilendirilmesi eksik yapıldı. İlk gidenlerin değişen yönetmelikten yararlanıp yararlanamayacağı ise belirsiz.
Suriye’de yaşanan savaş nedeniyle hayat kuramamış, oradan oraya sürüklenmiş aileler yeniden bir valizle ülkelerine dönmeye çalışıyorlardı. Sohbet ettiğimiz ailelerin çoğu, Suriye’de ne iş yapacaklarını ya da geçimlerini nasıl sağlayacaklarını bilmiyor. Gidenler, Suriye’de kalan ailelerinin yanına döndükten sonra “bir şekilde” yaşamlarına devam edeceklerini düşünüyorlar. Belki de Türkiye’de yaşadıkları şartlar o kadar yetersiz ki geri dönüş onlar için bir umut taşıyor.
Geri dönenler arasında Türkiye’de doğan ve yeniden Suriye’ye dönen çocukların geleceği ise oldukça belirsiz. 13 yılda göç politikasından yoksun, dil ve kültür bariyerine çarparak büyüyen çocuklar muhtemelen ikinci kez “yabancı” dışlanmasını kendi ülkelerinde de görecekler.
Türkiye hükümeti yıllarca bilinçli olarak “entegrasyon” kelimesini kullanmaktan kaçındı. Onun yerine “misafir”, “ümmet kardeşliği” ya da “uyum” gibi kavramlar geliştiren hükümetin geri dönüş politikasındaki belirsizlik henüz aralanmış değil.
Ucuz iş gücüne alışmış Türkiyeli sermaye, “akın akın” gidiş haberlerinin ardından oldukça endişeli göründü. Çünkü yıllarca tekstil, hizmet, inşaat ve maden iş kollarında göçmen emeği hem ucuz hem de kayıt dışı olarak kullanıldı.
Diğer yandan, Suriye’nin yeniden inşası Türkiyeli sermayedarların iştahını kabartmaya başladı. Şam’ın düşmesinin ardından ilk iş olarak borsada çimento ve demir fiyatları yükselişe geçmişti. Ancak bu büyük inşa elbette ucuz iş gücünün üzerine kurulacak.
Peki, Suriye’nin geçmişten günümüze sendika mücadelesi neydi?
2000’li yıllarda Beşar Esad’ın girişimiyle uygulanmaya başlanan sert neoliberal politikalar nedeniyle ülkede “özel sektör” palazlanarak büyümüştü. “Reform” adıyla gerçekleşen politikalar, zengin ve sermaye sahiplerine daha fazla fayda sağlarken, gelir eşitsizliğini daha da artırdı ve işçi haklarını baltaladı.
2010 yılında yürürlüğe giren İş Kanunu’yla, işçilerin elde ettikleri haklar baltalandı, sendikalar daha da etkisiz kılındı. Yasalarla işverenlerin işçileri keyfi olarak işten çıkarmasına izin verildi; toplu iş sözleşmesi pazarlığı kısıtlandı ve grevler yasaklandı. On yıllardır devlet kontrolü altında olduğu için zaten zayıflamış olan Genel İşçi Sendikaları Federasyonu (GFTU) daha da kenara itildi; hem kentsel hem de kırsal alanlarda gelirden ve etkiden yoksun bırakıldı.
2011’deki Esad karşıtı ayaklanmanın arifesinde, ülkedeki sendikalar içi boşaltılmış kurumlardı ve işçilere sınırlı destek sunarken, iktidardaki rejimin araçları olarak hizmet ediyorlardı. GFTU ve benzeri örgütler, işçileri devlet destekli girişimler için harekete geçirmek ve emek mücadelesini bastırmak için kullanıldı. Sendika liderleri, Baas Partisi’ne sadakatlerine göre atandı ve mücadeleci sendikacılık yok edildi.
Sendikaların 2011 ayaklanmasındaki sınırlı rolü, devletin işçi hareketlerini kooptasyonunun* zararlı etkilerinin altını çizmektedir. Ancak ayaklanma tabandan gelen mücadelenin otoriterliğe meydan okuma potansiyelini de göstermiştir.
İleriye dönük olarak, bağımsız ve güvenilir bir sendikal hareketin yeniden inşası, çatışma sonrası Suriye’de emek sorunlarının ele alınması ve demokratik reformların desteklenmesi için elzem olacaktır.
Büyük inşaat sahaları ve işçi kamplarını yakında Suriye’de göreceğiz. Peki, bu büyük alanları kim denetleyecek, güvenlik önlemlerini kim alacak? Türkiye’de kayıtsız olan göçmen emeği, kendi ülkesinde ne kadar kayıtlı ve güvenceli hâle gelecek? Şimdilik belirsiz.
Bu belirsizlik içinde en büyük takip ve ısrar ise sendikalara, STK’lara ve siyasi partilere düşüyor. Suriye’nin “yeniden inşası”nda onlar ne kadar rol alacak, mücadeleyi ne kadar yükseltecek, zamanla göreceğiz.
Özlem Temena
(Enternasyonal Dayanışma dergisinin ikici sayısında yayımlanmıştır.)
*(Sendikal) kooptasyon: Bir işçi liderini sendikal bürokraside istihdam ederek hareketten/sınıftan koparma, satın alma yoluyla mücadeleyi zayıflatma yöntemi. (ed)