Troçki’nin devrimci mirası

“Duvarın altındaki parlak yeşil çimen şeridini, duvarın üzerindeki berrak mavi gökyüzünü ve her yerde güneş ışığını görebiliyorum. Hayat güzel. Gelecek nesiller onu tüm kötülüklerden, baskılardan ve şiddetten arındırsın ve tadını doyasıya çıkarsın.”[1]

Troçki bu sözleri, sürgünde yaşadığı Meksika’nın Coyoacan kentinde, Stalin tarafından yönlendirilen bir suikastçı tarafından öldürülmeden kısa bir zaman önce yazdı. Troçki tüm yaşamı boyunca, Marx’ın tarihin sınıf mücadelesiyle ilerlediği fikrinden hareketle, umudun işçi sınıfının kendini özgürleştirme mücadelesinde yattığını savundu. 1905’te Rusya’da gerçekleşen birinci ve Ekim 1917’de gerçekleşen ikinci devrimde Petrograd Sovyeti’nin başkanıydı. İktidarı işçi sınıfına taşıyan ayaklanmanın Devrimci Askeri Komite ile doğrudan örgütleyicisiydi.  Sonrasında 1918-21 iç savaş yıllarında devrimin emperyalizm ve Beyazlar tarafından kuşatılması karşısında Kızıl Ordu’nun kurulması ve karşı devrimci güçlerin yenilmesinde merkezi rol oynadı. Ancak işçi sınıfının atomize olmasına yol açan iç savaş sonrasında, başta Alman Devrimi olmak üzere Avrupa’daki devrimlerin yenilgisi, devrimin de kaderini belirledi. Stalin’in önderlik ettiği bürokratik sınıfın devrimi içerden kuşatması ve karşı devrimin gerçekleşmesi karşısında başarılı olamadı. Troçki, Lenin’in 1924 yılında ölümünün ardından partiden ihraç edildi.  1929’da sürgüne gönderildi. Ve yaşamının son anına kadar stalinizme karşı mücadele etti.

“Tek ülkede sosyalizm” ve karşı devrim

Stalin, 1924’den itibaren milli kalkınma modelinin bir aracı olarak enternasyonalizme karşı “tek ülkede sosyalizm” teorisini ikame etti. Söz konusu olan, devlet aygıtının üretim araçları üzerinde mutlak hakimiyet kurduğu, işçi sınıfının siyasal ve ekonomik haklarının tamamen yok edildiği, kişi kültü etrafında inşa edilen totaliter bir sistemdi. Öyle ki Erdoğan’ın muhalefeti ve siyasi rakiplerini yargı üzerinden bertaraf etmesi, Stalin’in başyargıcı Vişinski’nin tezgâhladığı Moskova duruşmalarının yanında naif kalır. Stalin’in siyasal rakiplerinin işkenceyle önce itiraf ettirilip sonra idam edilmesi, Orta Çağ’ın engizisyon mahkemeleriyle kıyaslanabilir. Marksizmin en parlak kuşağının imha edildiği bu duruşmalar, Stalin’in Marksizm ile arasına kanla çektiği kalın bir çizgidir aynı zamanda.  Nitekim Troçki de “Stalinizm ile Bolşevizm arasında bir kan nehri akıyor,” der.

Stalin’in 1928’de birinci beş yıllık kalkınma planı kapsamındaki zorunlu sanayileşme ve kolektifleştirme politikaları, milyonlarca insanın sürgünü ve yaşamı pahasına gerçekleşti.  Troçki’nin, işçiler en temel gıda ve ihtiyaçlarına ulaşmakta zorluk çekerken, bürokratların yaşam seviyelerindeki iyileşmeyi kaydettiği “İhanete Uğrayan Devrim” kitabında, “Eski Bolşevik partisi artık proletaryanın öncüsü değil, bürokrasinin siyasi örgütüdür,” der.  “Ayrı bir oda, yeterli yiyecek ve temiz giysilere hâlâ yalnızca küçük bir azınlığın erişebildiği bir yerde, milyonlarca bürokrat, büyük ve küçük, gücü öncelikle kendi refahlarını garanti altına almak için kullanmaya çalışıyor. Bu nedenle bu tabakanın muazzam egoizmi, sağlam iç dayanışması, kitlelerin hoşnutsuzluğundan korkması, tüm eleştirileri boğma konusundaki çılgın ısrarı ve son olarak bu yeni efendilerin gücünü ve ayrıcalıklarını temsil eden ve savunan “Lider”e ikiyüzlüce dindarca boyun eğmesi.”[2]

Troçki’nin bu sözleri, egemen sınıf haline dönüşen bürokrasinin çıkarlarıyla, işçi ve köylülerin yaşamları arasındaki karşıtlığı açıkça ifade etmekte. Nitekim bürokrasi, egemenliğini garanti altına alan her türlü yasal ve idari tedbirleri aldı. 1930’lardan sonra gençlere karşı sağcı yasalar çıkarıldı. Kadınları aşağılayan politikalar devreye sokuldu. Ulusal azınlıklar ve LGBTİ+’ların hakları, kültür, sanat ve ifade özgürlüğü tamamen ortadan kaldırıldı. İşçileri üretim süreçlerinin kontrolünden uzaklaştıran bir dizi yasa çıkarıldı. Yer değiştirmek için pasaport sisteminin devrede olduğu bir baskı mekanizması işçilere karşı kullanıldı. 1935 yılında kürtaj yasaklandı. Stalin “tarihin sonunu” ilan edip komünizmin geldiğini ilan ettiği 1936’da şehirlerde ölen çocukların sayısı doğan çocuklardan fazlaydı.

Troçki’nin dünya devrimi savunusu

Troçki, Stalinizm’in Marksizm’i tahrip edip sosyalizmi içi boş bir kabuğa çeviren “tek ülkede sosyalizm”ine karşı enternasyonalizmi savundu. Troçki, 1905 Devrimi sonrasında Rusya’da devrimin kaderini dünya devrimine bağlamıştı. “Sosyalist devrim ulusal sınırlar içinde başlar, fakat bu sınırlar içinde tamamlanamaz,” diyordu Troçki. 1905 sonrası geliştirdiği “sürekli devrim” teorisinde, siyasal tüm alanların gasp edildiği, otokrasi koşullarında burjuvazinin karşı devrimci pozisyonuna dikkat çekti. Burjuvazi otokrasiden çok, aşağıdan işçi kitlelerinin mücadelesinden korkmaktaydı. Bu nedenle demokrasi mücadelesinin, işçi sınıfının toplumsal kurtuluş mücadelesine dönüşeceğini öngördü.

Troçki’nin faşizme karşı mücadele tezlerinde de belirleyici olan sınıfsal analizine göre, bağımsız hareket etme yeteneği bulunmayan küçük burjuvazi, “burjuva diktatörlüğü ya da proletarya diktatörlüğü” olarak formüle ettiği iki temel sınıftan birini destekleyebilirdi. Rusya’da azınlık olan işçi sınıfı ancak köylülüğün desteğini olarak iktidara gelebilirdi. İşçi sınıfı kapitalist mülkiyete el koyduğunda, üretimi demokratik bir biçimde yeniden düzenleyen, bir dizi sosyalist tedbiri almak zorunda kalacaktı. Birbirine bağlı ulusal ekonomilerden oluşan kapitalizmin yarattığı çelişkiler, Rusya gibi ağırlıklı kırsal bir ülkede işçileri iktidara taşıdı.

İhanete uğrayan devrimler

“Tek ülkede sosyalizm” teorisinin işçi sınıfının uluslararası mücadelesi açısından da bedeli ağır oldu: 1923’te Almanya, 1926’da İngiliz Genel Grevi ve 1927’de Çin Devrimi gibi devrimci fırsatlar kaçırıldı. 1936’da Fransa’da genel grev ve İspanya’da devrim Stalin hakimiyetindeki Komintern aracılığıyla engellendi. Sonraki 20. Yüzyıl boyunca da işçi sınıfının kapitalizme karşı her devrimci kalkışması Komünist Partiler aracılığıyla boğuldu.

Stalin’in “tek ülkede sosyalizm” teorisi, dış politikada işçi sınıfının uluslararası çıkarlarının, tamamıyla Rus devletinin çıkarlarına tabi tutulması anlamına geliyordu. İç politikada, otokrasi döneminde Rusya’nın ulusları hapseden “Beyaz Rus Şovenizmi” yeniden hortlatıldı.

Lenin’in hasta yatağındaki son mücadelesi de tüm yaşamı boyunca tavizsiz savunduğu “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” olmuştu.

Ulusal kibre karşı: “Bütün ülkelerin işçileri birleşin”

Troçki, tüm yaşamı boyunca anti-semitizme ve ırkçılığa karşı mücadele etti. Irkçılığın köklerinde olduğu gibi, anti-semitizmi de kapitalizme bağladı. Dünyanın dört bir yanına dağılan Yahudi halklarının kurtuluşunu, işçi sınıfının uluslararası mücadelesine bağladı. Bu nedenle de RSİDP’in İkinci Kongresi’nde Yahudi İşçi Örgütü Bund’un özerklik talebine Lenin ile birlikte karşı çıktı.

“Siyon tavernası ve Enternasyonal Kahve Kabare. Boğazına kadar kokmuş su birikintilerine batmış olarak kimileri Siyon’un hükümdarlığının bağlaması efsanesiyle kendini avuturken, diğerleri umutlarını uluslararası sosyalizmden yana koymak için dua ve hurafelere sırtını dönüyor.”[3]

İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırıma karşı Yahudi topluluklarının mücadelesi enternasyonalizmin birçok coğrafyaya yayılan Yahudi halklar üzerindeki etkisini göstermekte. Çar döneminde polisin desteği olmadan Yahudilere yönelik pogromların gerçekleşemeyeceğinin altını çizen Troçki, Stalin’in de aynı çamurlu sularda balık avladığın söyledi.

Troçki, teritoryal birliğin ana-dil ve kültürel gelişim için öneminden hareketle “ulusların kaderini tayin hakkının” bir seçenek değil gereklilik olduğunu savundu. ABD’de iç savaş sonrası siyahlara yönelik ırkçılığa karşı mücadelede siyahların bağımsız örgütlenmelerinin işçi sınıfını bölen beyaz üstünlükçü fikirlere karşı mücadelede oynadığı merkezi role dikkat çekti. “Zencilerin varsayılan ulusal varsayımlarına karşı değil, beyaz işçilerin muazzam önyargılarına karşı uzlaşmaz ve acımasız bir mücadele” yürütmek gerekliydi. Troçki’ye ve yoldaşlarına göre; “Beyaz işçi, baskıcının rolünü üstlendiğinde kendini kurtaramaz, sömürge halklarını veya renkli insanları kurtaramaz”dı[4].

Faşizme karşı mücadele

Troçki’nin, 1929 Buhranı’ndan Hitler’in iktidara geldiği 1933 yılına kadar yazdığı faşizm analizi, bugün de güncelliğini korumakta ve tezleri geçerli. “Faşizme Karşı Mücadele” adlı muazzam eserinde, güçlü yürütme ve açık diktatörlük olan faşizmi benzersiz kılan özelliğinin, işçi sınıfının reformistler dahil tüm örgütlenmelerinin tamamının kökünü kazımak olduğunu yazdı. Almanya’da faşizmin tıpkı İtalya’da olduğu gibi küçük burjuvaziyi işçi sınıfına ve demokratik örgütlenmelerine karşı bir koçbaşı gibi kullanılmak suretiyle iktidara geldiğini, ancak iktidardaki faşizmin küçük burjuvazinin değil, büyük sermayenin acımasız diktatörlüğünden başka bir şey olmadığını söyledi. Nazileri ancak işçi sınıfının kitlesel mücadelesinin durduracağından hareketle “birleşik işçi cephesi” politikalarını savundu. Birleşik işçi mücadelesi; geniş işçi kitlelerini hareketin gücüne inandırarak reformist liderliklerden koparmanın, devrimci partinin liderlik koşullarını oluşturmanın yoluydu. “Reformistlerin korktuğu şey kitle hareketinin potansiyel devrimci ruhudur. Onların gözde alanları parlamentolar, sendika konseyleri, hakem kurulları ve bakanlık bekleme odalarıdır.  Ama bizim ilk ilgilendiğimiz şey reformistleri deliklerinden çıkarmaktır.”[5]  

O dönem Almanya, dünyanın en büyük sosyal demokrat partisine ve komünist partisine ev sahipliği yapıyordu. Ancak Stalinist Alman Komünist Partisi sosyal demokrasiye karşı savaş açtı. Naziler ve sosyal demokrat partilerin ikiz kardeş olduklarını ilan etti. İşçi sınıfının bölünmesine yol açan bu politikalar Hitler’e iktidarın yolunu açtı.

Sağcı bir koalisyon olarak Halk Cephesi

Komintern 1934’te Fransa’da, 1936’da İspanya’da dümeni tam sağa kırdı.  “Halk cephesi” adında, uzlaşmaz çıkarlara sahip işçi sınıfı ve burjuvazinin ittifakını savundu. Sendikalar, siyasi partiler, kooperatifler gibi demokratik yapılar, işçi sınıfının sermayeye karşı mücadelesini güçlendiren yapılardı. Ancak Walt Street’in çöküşünün yarattığı kriz, devletler arasındaki hegemonya mücadelesini tetiklerken, sermayenin ilk işi demokrasiyi çöpe atmak oldu. Sermaye “demokrasi” değil, işçi sınıfı üzerinde mutlak bir egemenlik istiyordu. İşçi sınıfı faşizme karşı mücadeleyi burjuvaziyle birlikte değil, burjuvaziye karşı mücadele ederek kazanılabilirdi.

Halk Cephesi politikaları işçi sınıfının yenilgisine yol açtı. İşçi sınıfının uluslararası ölçekte yenilgisi milyonlarca insanın yaşamını kaybettiği 2. Dünya Savaşı için elverişli koşullar yarattı.  Emperyalizmin krizinin yarattığı çelişkiler, 1914 -1945 arasında yaşanan uzun savaşın yol açtığı devrim ve karşı devrimlerden oluşan sert mücadelelerin yarattığı iklim, milyonlarca emekçiyle birlikte Troçki ve yoldaşlarının yanında, Rosa Luxemburg, yoldaşı Karl Liebknecht, Gramsci gibi çağının en parlak sosyalistlerinin yaşamlarını kaybetmesine yol açtı.

Otoriterleşme ve savaşa karşı mücadele

Günümüz dünyasının iklimini de emperyalizmin çoklu krizleri belirlemekte. Dünya ekonomisinin başına Trump’ın ikinci kez geçmesiyle birlikte iklim daha da sertleşti.  Onun, içinde milyarderler ve faşistlerin de olduğu kabinesi, iktidara geldiği ilk andan itibaren hem içerde hem de uluslararası alanda işçi sınıfına savaş açtı. Trump’ın “Ukrayna’ya 24 saatte barış getireceğine” ilişkin iddiaları, yerini hızla savaş kışkırtıcılığına bıraktı.  Artık küresel bir savaş, nükleer seçenekler de dahil tüm dünyanın gündeminde merkezi olarak yer almakta. Hemen her yerde hükümetler, emekçilerin yaşam maliyetlerinden keserek silahlanmaya hız vermekte. AB savunma bütçesini 500 milyar Euro’ya çıkardı. Bu rakam Ukrayna savaşının finansmanı dışında, AB’nin savunmasını güçlendirmesi anlamına geliyor.

ABD’nin ve Avrupa ülkelerinin desteğiyle Gazze’de soykırım yapan İsrail; Suriye, Lübnan ve Yemen’den sonra İran’a saldırdı. İsrail’in “İran’daki kitle imha silahlarını” yok etmek amacıyla başlattığı “önleyici savaş” G7 ülkeleri tarafından skandal bir şekilde “İsrail’in egemenlik haklarının korunması” adına desteklenmekte. İsrail’in işlediği soykırım, acımasızca işlediği cinayetler dahil tüm savaş suçları, ABD ve AB ülkelerinin bilgisi dahilinde işlenmekte.

Ukrayna ve Ortadoğu’daki savaş, halkalar halinde yayılarak şiddetlendikçe, demokratik işleyişler bir kenara bırakılıyor. Bu süreç aynı zamanda otoriter, totaliter rejimlerin yayılmasıyla bütünleşiyor. Ozan Tekin yoldaşımın Enternasyonal Dayanışma’nın ilk sayısında altını çizdiği üzere “dünyanın farklı yerlerinde hem otoriter rejimlerin hem de aşırı sağın yükselişi liberal kapitalizmin “medeniyet” diye tanımladığı, oysa işçi sınıfının ve ezilenlerin aşağıdan mücadelesiyle kazanılmış tüm haklarının tehdit altına girdiği bir ortam yaratıyor.”[6]

Öte yandan İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırım ve işgale karşı, egemen sınıfların iki yüzlülüğüne karşı öfke büyüyor. Filistin halkıyla dayanışma hareketi büyüyor. Bu yazının yazıldığı günlerde Yunanistan’da, Güney Kore’de, Hollanda’da ve dünyanın pek çok yerinde on binlerce insan sokaklara çıktı. Otoriterleşmeye karşı, merkezinde işçi sınıfın yer aldığı milyonlar mücadele ediyor. Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol, aralık ayında darbe girişimi gerçekleştirdi. Parlamento binasını çevreleyen binlerce insanın ve işçi sınıfının kitlesel eylemleriyle darbe engellendi.

Türkiye’yi 2015’den beri olağanüstü koşullarla yöneten AKP-MHP koalisyonu, 19 Mart’ta üç kez belediye başkanı seçilen ve cumhurbaşkanlığı için en güçlü rakibi Ekrem İmamoğlu’nun önce diplomasını iptal etti, ardından da tutuklattırdı. Bugüne kadar seçim stratejisini benimseyen Erdoğan’ın rakiplerini yargı yoluyla bertaraf etmek suretiyle otoriterleşme hamlesi milyonların sokağa çıkmasına yol açtı.

Trump, iktidara geldiği andan itibaren anayasayı bir kenara koydu. 700 bin federal çalışanı işten atmakla tehdit etti. Sağlık hizmetleri, konut yardımı ve afet yardımına yönelik harcamaların durdurulması direktifi verdi. Göçmenlik ve Gümrük Muhafızları (ICE) tarafından göçmenlerin topluca sınır dışı etme girişimlerine karşı başta Los Angeles olmak üzere pek çok şehirde direnişler, gösteriler yaşandı. Trump ateşe benzin dökercesine, 79. yaş gününde, ordunun kuruluşunun 250. yıldönümü ile birlikte kutlamalar düzenledi ve işçi sınıfına, ezilenlere ve muhalefete tehditler yağdırdı. “50 protesto, 50 eyalet, bir gün” anlamına gelen ve 50501 olarak bilinen koalisyon tarafından “Kral’a Hayır Günü” olarak adlandırılan 14 Haziran’da, milyonlarca insan ABD genelinde 2 bin noktada sokaklara döküldü.

Tek yol devrim

Otoriterleşme yönündeki bu hamleler ve kitlesel direnişler, kapitalizmin “normal” günlerine dönüş olmadığını göstermekte. Faşist diktatörlüğün, tüm kaynakların emperyalizmin çıkarları doğrultusunda zorla temerküzü anlamına geldiğini, faşizmin alternatifinin “savaş ya da devrim” olduğunu anlatan Troçki, faşizme karşı mücadelenin burjuva hükümetlerini destekleyerek değil, işçi sınıfının örgütlenmelerine ve yöntemlerine dayanarak verilebileceğini söyledi.[7] Bugün yükselen faşizmi ve otoriterleşmeyi neoliberal partiler desteklenerek değil, merkezinde işçi sınıfının olduğu, tüm ezilenlerin birleşik mücadelesi durdurabilir.

Troçki’nin mücadelesi ve savunduğu temel fikirler stalinizm tarafından çalınan, tahrifata uğrayan marksizmin yeniden işçi sınıfının eline geçmesinde en güçlü çabaydı. Bu aynı zamanda tarihin doğru tarafında yer almakla ilgili bir tutum ve geleceği nasıl şekillendireceğimize ilişkin sorulara verdiğimiz yanıttır. Yanıttır, çünkü sosyalizm; felaketler, kitlesel ölümler ve savaşlardan oluşan kapitalizme karşı tek alternatiftir. O nedenle Troçkist olunmadan sosyalizm savunulamaz.

Çağla Oflas

(Enternasyonal Dayanışma dergisinin üçüncü sayısında yayımlanmıştır.)


[1] https://www.cafrande.org/lev-trockinin-vasiyeti-yasam-guzel-gelecek-kusaklar-onu-butun-kotuluklerden-arindirsinlar/

[2] Trotsky:The Revolution Betrayed(6.The growth of unequality https://www-marxists-org.translate.goog/archive/trotsky/1936/revbet/ch06.htm?_x_tr_sl=en&_x_tr_tl=tr&_x_tr_hl=tr&_x_tr_pto=sc#ch06-4)

[3] Lev Troçki: Yahudi ve Siyah sorunu üzerine, Çev. Bülent Tanatar, 2019, s.89

[4] The Prophet and Black Power: Trotsky on race in the US, Christian Hogsbjerg, https://isj-org-uk.translate.goog/the-prophet-and-black-power-trotsky-on-race-in-the-us/?_x_tr_sl=en&_x_tr_tl=tr&_x_tr_hl=tr&_x_tr_pto=sc

[5] https://www-marxists-org.translate.goog/archive/trotsky/1922/03/ufront.html?_x_tr_sl=en&_x_tr_tl=tr&_x_tr_hl=tr&_x_tr_pto=sc

[6] Neden Enternasyonal Dayanışma, Ozan Tekin, https://enternasyonaldayanisma.org/2024/12/02/neden-enternasyonal-dayanisma/)

[7] a.g.e, s.130

Yazar

You May Also Like

Kira krizi derinleşiyor

Ekonomik kriz, konut kiralarını fahiş seviyelere çıkarırken, birçok kiracı açısından mahkemeye taşınan kira davaları da sonuçlanmaya başladı. Tahliye…

Neden Enternasyonal Dayanışma?

İktidarın kanatları arasında mafyatik çeteler üzerinden başlayan güç savaşları (Sinan Ateş cinayeti, Ayhan Bora Kaplan operasyonu, emniyet-adliye içi…