Geçen yazımda Kılıçdaroğlu önderliğindeki CHP’ye oy vermeyen halkın, Özgür Özer’in CHP’sine oy verdiğini ve bunun üzerine düşünmek gerektiğini söylemiştim. Burada düşünmeye davet ettiğim nokta, lider değişikliğinin birinci parti olmadaki rolüydü. Şüphesiz bu başarı siyasi olarak Özel’e yazılacaktır, onu güçlendirecektir. Bunda bir tuhaflık yok. Ancak başarı, bir bireyin olmaktan çok değişimin kendisindedir. Özel, değişim yapan partinin başında olduğu için başarılıdır. Dönüşümü sağlamış olma, seçim başarısını da getirdiği için başarılıdır. Öyleyse siyasi başarı; Özel’in de içinde bulunduğu ekibin değişim sağlamasıyla ilgilidir. Değişim talebini ilk dile getiren ve risk alanının İmamoğlu olduğu da unutulmamalıdır. Şunu söylemek istiyorum: Özel, henüz bir siyasi başarı sağlamış değildir. CHP’nin değişimini sağlayan ekibin onu partinin başına getirmesiyle başarılı olmuştur ve doğal olarak başarı ona yazılmıştır. Ve bu değişim seçim başarısıyla sonuç vermiştir. Kastettiğim Özel’in, Ekrem İmamoğlu’nun ya da Tayyip Erdoğan’ın başarıları gibi dolaysız olarak ismine yazılacak bir başarı örneğine henüz sahip olmadığıdır. Bunun kendisi de farkındadır ve bu neviden bir başarı onu lider yapacaktır.
Peki bu vurguladıklarımdan ne çıkar? CHP’ye yönelen oylar, toplumda muazzam bir değişim isteği olduğuna işaret ediyor. Özel, bu değişim talebinin sonucu olarak birinci parti oldukları hakikatinden hareket ederse, siyaseti doğru okuyacaktır. Kendi özünün bir başarısı olduğunu düşünürse, siyaseti yanlış okuyacaktır. Görünen o ki bu iki seçenek arasında gidip gelmektedir, zira her iki yönelimin örneklerini de sergiliyor. “Normalleşme”, yapıcı dil kullanma, belediyelerde nepotizme karşı durmakla birinci yönelime örnek veriyor. “Beni sevenler arkamdan gelsin”, “ATV buraya gel!” derken, partili dinleyicisini çocuk gibi azarlayıp cezalandırırken de ikinci eğilime örnek oluyor. Onun için en tehlikeli olan, etrafında yoğunlaşacak olan yüceltme haresinin, aurasına kendini kaptırmaktır. Bu tehlikenin kendini hissettiren ismi, en yakınındaki Mahir Başarır’dır. (Başarır’ın, bir siyasi figür olarak attığı adımlar izlenmeye değer görünüyor.)
Bizim için doğru olansa; iktidar değişimi talebine yönelme potansiyeli taşıyan, muazzam değişim isteğini tespit etmektir.
CHP’nin birinci parti olmasında ikinci faktör, merkez sağdaki boşluktur. Bu boşluğu doldurma ve merkez sağa yerleşme potansiyeline sahip İyi Parti, bu imkânı heba etmiştir. Yüzde 18’lere çıkan oy oranını yanlış hamlelerle eritmiştir. Şimdiden sonra aynı şansı bir daha yakaları mı, bu meçhuldür. Ama merkez sağ oyların adresi AKP olmamıştır. Bundan sonra da olmayacak gibi durmaktadır. Bu oylar CHP’ye yönelmiştir. Özel’in milliyetçi demokratlar vurgusu bu yüzdendir. Bu oyların CHP’de kalması hem CHP’nin stratejilerine hem de merkez sağda olacak gelişmelere bağlıdır. Şimdilik ibre CHP’yi göstermektedir. Düşünülmesi ve hesaba katılması gereken bir olgu da YRP’dir. YRP, AKP’yi en can alıcı yerinden, yumuşak karnından vurmaktadır. Elinden dini argümanları alarak, geleneksel İslamcı parti hattını kurarak AKP’yi yaman sıkıştırmaktadır. YRP’nin bu stratejisi devam eder ve tutarsa, AKP siyasi kimlik tanımlama buhranı yaşayacaktır. AKP’nin merkez sağa yerleşmesi mümkün görünmemektedir. Zaten bir liderin şahsında şekillenmiş parti, elindeki tek birleştirici özelliği olan dini ifadeleri de kaybederse, akıbeti pek parlak değildir.
CHP’nin bu seçim başarısındaki üçüncü ve en önemli faktör, Türkiye’nin içine yuvarlanmış olduğu ekonomik krizdir. Ancak bunu bir iktisadi buhran şeklinde okumaktan öte, geniş emekçi kitlesinin yoksullaşması cephesinden görmekte fayda vardır.
Bu başlıkta önemli bir nokta, başkanlık seçiminde etkili olmayan krizin, mahalli seçimlerde neden etkili olduğu sorusuna cevap vermektir. Bana öyle geliyor ki doğru yaklaşım; krizin daha da derinleştiğine işaret etmek değil, AKP’nin güvenilirliğini kaybetmiş olmasıdır. Bunu kavramak için de AKP’nin insanların güvenini kazanmayı neyin üzerinde kurduğu tespit edilmelidir. Burada öne çıkan iki nokta var: “Yerli ve milli olma” ve “yaparsa AKP yapar” algısının yerleşmiş olması. Yerli ve milli olma iddiasını özellikle İsrail politikasıyla YRP boşluğa yuvarlıyor. Mansur Yavaş ve İmamoğlu, ikinci argümanı bertaraf ediyor.
Sinan Aldoğan
Not: Geçen hafta “haksız yere içerde tutulanların müsebbibi Kılıçdaroğlu’dur” diye yazmıştım. Zira aday olmasaydı, İstanbul ya da Ankara belediye başkanlarından birinin aday olması durumunda kazanacakları kesin görünüyordu (Özer Sancer). Şimdi tespitin yakıcılığı daha net anlaşılıyor: Başta Figen Yüksekdağ toplam 30 yıl 4 ay ve Selahattin Demirtaş 42 yıl olmak üzere Kürt siyasetçilere hapis cezası hükmedildi… Bu hükümden sonra Kılıçdaroğlu, “Adalet terazisi bugün bir kez daha kırıldı” diye buyuruverdi. Cevap Meral Danış Beştaş’tan geldi. “Adalet terazisi ‘anayasaya aykırı ama dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet’ dediğinizde ilk kırılma gerçekleşti”. Kılıçdaroğlu buna da cevap verdi, Demirtaş’ı yalnız bırakanlardan olmadığını söyleyerek DEM Partiye laf yetiştirirken, Erdoğan’a diktatör diyen tek siyasetçi olduğunu ilan ederek Özel’e laf sokmayı da ihmal etmedi. Mevta zamanında kaldırılmasa kokar, siyasi mevtalar da öyle…