Cumhur İttifakı’nın toplumsal tabanını kaybettiği ölçüde yine/yeniden genişleme hamleleri yapacağı beklentisi uzun süredir kamuoyu gündeminde idi. Tabii bunun en kolay yolunun Kürt siyasi hareketine doğru bir göz kırpması ile başlaması da muhtemeldi. Bu nedenledir ki Cumhur İttifakı’nın küçük ama derin kısmı olan MHP eliyle, daha doğrusu Bahçeli ile start verilmesi çok enterasan değildi. Ancak bunun Erdoğan’dan değil de Bahçeli’den gelmesi ve daha da önemlisi direkt Öcalan lafzı ile başlaması, fazlası ile cüretkâr bulundu. Ama yine de bu duruma pek takınılmadı, sadece inandırıcılığı konusu fazlası ile havsalaları bulandırdı. Methiyeler bile düzüldü, hatta ittifakın derin kısmından gelmesi hasebiyle devletin gerçek planı olduğu gibisinden yorumlar yapıldı.
Fakat üzerinden zaman geçtikçe tokalaşma ile başlayan sürecin orada da kalmayarak ve de Bahçeli’nin her Salı toplantısında dozunu arttırarak devam edegelmesine rağmen Erdoğan’ın sadece biriz/beraberiz onaylaması ile kalması kafalardaki soru işaretlerini arttırdı. Daha da önemlisi paralel olarak kayyım stratejisine dönüşü gösteren emarelerin ortaya çıkması, ki bu sefer CHP belediyeleri de topun ağzında idi, başladığı düşünülen sürecin akamete uğradığı algısını iyice zihinlere kazıdı. Belki de ittifakta bir ayrılık vardı ama hem konumuz bu değil hem de bizi ittifakın dağılmasına giden yolda mutlu etmekten başka pek de ilgilendirmiyor. Bahçeli son söylevinde Öcalan harici DEM Parti’nin de bir aktör olması gerektiğini söylemesi umut düzleminde tekrar bir kıpırdanmaya neden olsa da şu an için ahvalimiz budur. Bu arada biz öznesini kullanırken adalet, özgürlük, demokrasi vb. özlemleri duyanları kastediyorum.
Konunun kabaca özetini bu şekilde geçtikten sonra doğruluğu, yanlışlığı ya da gerçekliği, sahteliği üzerinden değil de yöntemi, tutarlılığı ve olanakları üzerinden bazı düşünceleri belirtmek istiyorum. Çünkü saydığım şeyler yaklaşık iki aylık süreçte olabildiğince didik didik edildi. Fakat çok daha önemli olan yöntem ve bunun süreğenliği biraz es geçildi. Ki bu da oldukça doğaldır çünkü onulmaz acılar yaşayan Kürt halkının tutunmak için çabalaması eşyanın tabiatındandır.
Gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi misali yöntem yanlıştı. Cumhur İttifakı’nın asıl amacının oy devşirmek olduğu gerçekliğini es geçerek söylüyorum yoksa onlardan insani bir pratik beklemek zaten anlamsız olurdu ama realist bakış düzleminde kazanımlar elde etmeye çalışmak da oldukça ahlaki bir tutumdur bunu da biliyoruz. Bizim realistliğimiz bu süreç ile öncesinde de belirttiğim adalet, özgürlük ve demokrasi düzlemlerinde neler alabileceğimizdi. Ancak gömlek analojisindeki gibi ilk düğme muhataplık hususunda İmralı/Öcalan aksının gösterilmesi ile yanlış iliklendi. Cumhur İttifakı’nın bunu yapması strateji de olabilir ama taktiksel olarak bizim anında bunu reddetmemiz gerekiyordu. Burada apartheid rejimine karşı Mandela’nın ortak insani değerler düzleminde beyazlara seslenmesi ve kalıcı barışın onların da içinde olduğu bir süreç sonrasında olabileceği gerçekliğini bilmesi ve daha da önemlisi uygulaması örnekliği akla geliyor. Aslında bunun benzeri bir durum ilk ve gerçeğe en yakın olan çözüm sürecinde denenmeye çalışılmıştı fakat güvensiz pozisyonlar, inançsızlıklar ve siyasal kompozisyonun dağınıklığı (zamanın muhalefeti neredeyse toptan karşı idi) ile süreç yıkıma uğramıştı. Ancak orada dahi muhalefet ile ilişkiler babında iktidar nobran iken Kürt siyasal hareketi bu boşluğu kapatamamıştı. Şu anki durum o sürecin bile çok daha gerisinde.
Yani aslında buradaki serzeniş asıl olarak iktidara değil bizlere; iktidarın taktiksel de olsa başlatmaya çalıştığı bu süreci çok daha farklı noktalara taşınamamasına. Belki de burada Demirtaş’ın eksikliğinin oldukça görünür olduğunu anlıyoruz. Coğrafyanın tüm halklarının vicdanına dokunma potansiyelini bünyesinde barındıran Demirtaş maalesef içerde tutulmaya devam ediliyor. Bu nedenledir ki Bahçeli, Öcalan dediğinde DEM Parti bir koroymuşçasına adres zaten orasıdır diyebiliyor. Kürt halkının kendilerine vehmettiği siyasal temsilcilik payesini bir nevi ellerinin tersi ile itebiliyorlardı. Tabii bu nevzuhur bir durum değil hatta beklenmedik de değil sonuçta paramiliter bir savaşım yürütüldü çeyrek yüzyıl kadar ve bunun liderinin ağırlığının olması da normal. Ancak bunu aşmak hem mümkün hem de elzem. Bizlerin dip dalgası şeklinde DEM Partisi ve tüm bileşenlerine halkların bu sürece ortak edilmesi gerekliliğini güçlü şekilde hatırlatmamız gerekiyor. ‘Olası’ tüm süreçlerin salt liderler ya da aktörler arasından değil de halkların da içinde olduğu bir sinerji ile başarıya ulaşabileceğini tarih belirttiğimiz Mandela örneğinde olduğu gibi bize gösterdi. Hatırlayalım…
Süleyman Güzel