İsrail’in yerleşimci sömürgeciliğinin krizi

0 Shares
0
0

Charlie Kimber, yerleşimci sömürgeciliğinin analizinde, İsrail’in alışılmış tanıma uyup uymadığını ve Filistin direnişinin bazı Siyonist hedefleri nasıl engellediğini ele alıyor.

Siyonizmin kurucularından Theodor Herzl şöyle yazıyordu: “Eski bir binanın yerine yeni bir bina inşa etmek istiyorsam, yapmadan önce yıkmalıyım.” Bu, genellikle yerleşimci sömürgeciliğin ayrılmaz bir parçası olarak görülen def etmeci mantığı (bir bölgedeki insanların tamamını ya da tamamına yakınını yok etme) özetlemektedir. Yerleşimci sömürgeciliği, Hindistan’daki İngiltere varlığı gibi diğer sömürge rejimlerinden ayıran da budur.

İngilizlerin Hindistan’ı ele geçirmesi birçok dehşeti beraberinde getirdi. Ancak bu, fethedilen topraklarda yerli nüfustan arındırılmış yeni bir sömürge toplumu kurmak için emperyalist merkezden büyük bir insan bloğunu taşıma girişimini içermiyordu. Bunun aksine, yerleşimci sömürgeci oluşumlar, yerlilerin toprağını kalıcı olarak ele geçirmek için çok sayıda insanı transfer ederler.

Siyonizm’in öncülerinin çoğu, İsrail’in kuruluşunun, Filistinlileri sadece onlara tabi bir nüfus olarak yönetmek değil, onları kovmak anlamına geldiğini düşünüyordu. Ülkenin ilk başbakanı olan David Ben-Gurion, 1937’de oğluna şöyle yazmıştı: “Arapları kovmalı ve onların yerini almalıyız. Eğer güç kullanmak zorunda kalırsak -Negev ya da Trans Ürdün’deki Arapları tahliye etmek için değil ama oralara yerleşme hakkımızı garanti altına almak için- gücümüz buna yetecektir.”

Böylesi bir misyon kaçınılmaz olarak kanlı olacaktı. Filistinliler hayatlarından endişe etmedikleri sürece oradan ayrılmayacaklardı. Bu yüzden 1948 Nakba’sının özünde kitlesel şiddet ve ölüm vardı. Yazar Patrick Wolfe bunun “yerlinin ortadan kaldırılmasının mantığı” olduğunu açıklıyordu.

Fiziksel yok etme, ideolojik yok etme ile birlikte geldi. Mülksüzleştirme, Filistin’in “topraksız bir halk için halksız bir toprak” olduğu temel miti üzerine kurulmuştu. Israel Zangwill’e 1901’de atfedilen bu ifade, hâlâ Siyonist ideolojinin önemli bir parçasını oluşturur.

Filistinlileri yok etme niyeti, Siyonizm içinde uzun bir tartışmanın sonucuydu. Baron Edmond de Rothschild gibi önde gelen bazı isimler, nispeten az sayıda Yahudi toprak sahibinin Filistinli Arap işçilerin çoğunluğunu sömürdüğü bir devlet umuyordu. Bu modelde İsrail, Güney Afrika ya da Cezayir gibi olacaktı.

En güçlü muhalefet Siyonist işçi hareketinden geldi. Hareketin liderleri, Arap emek gücünün Yahudi işçileri zayıflatacağını savunuyordu. Onları istihdam eden her Yahudi kapitalist, Siyonizm davasına ihanet ediyordu. Güney Afrika’nın yirminci yüzyılın başlarında gösterdiği gibi, sömürülen sömürge halkları da ekonomi ve devlet için güçlü bir istikrarsızlaştırma kaynağı olabilirdi. Eğer üretimde ciddi bir rolleri olursa grev yapabilir ve sorun çıkarabilirlerdi. Dolayısıyla, hareket içindeki Emek Siyonizmi eğilimine göre, “temizlenmiş” topraklar üzerinde, Arapların rekabeti olmadan yaratılacak, sadece Yahudilere ait ayrı bir ekonomi olmalıydı.

1920’de kurulan İsrail Topraklarındaki Musevi İşçilerin Genel Örgütü (Histadrut) “sendikası” bu projede çok önemli bir rol oynadı. Arapları çoğu iş kolundan uzaklaştırdı. Histadrut’un kuruluş kongresinde, bir Yahudi devletinde “Yahudi emek toplumu” kurulacağı taahhüt edildi.

Ben-Gurion’un ardından ana Siyonist “sol” partinin lideri olan David Hacohen, “Yahudi sosyalizmi konusunda arkadaşlarımla mücadele etmek zorunda kaldım. Arapları sendikama kabul etmeyeceğimi, Arap işçilerin iş bulmasını engelleyeceğimi, Arap domateslerinin üzerine gaz yağı dökeceğimi, devşirme toprak sahiplerinden toprak satın alan Yahudi Ulusal Fonu’nu göklere çıkaracağımı ve köylüleri topraklarından atacağımı savunmak zorundaydım” diyordu.

Bu, alışılageldiğin dışında bir işçi-patron mücadelesi başlattı. Sömürge ganimetlerinin paylaşımı üzerine ve dolayısıyla yağmanın (Filistinlilerin sürgününe dayalı yapılan hırsızlığın) devam etmesine dayanıyordu. Bu Emek Siyonistleri, Araplardan ele geçirilen bölgelerde askeri kamplar olarak hareket etmek üzere kendi kendilerini örgütleyen çiftlikler olan Kibbutzim’i kurdular.

Histadrut aynı zamanda, işgalcileri savunan silahlı Siyonist milis gücü Haganah’ı da kontrol ediyordu. Bu milisler, 1947 ve 1948’de Siyonistlerin bir milyona yakın Filistinliyi sürmesiyle gerçekleştirilen etnik temizlikte merkezi bir rol oynamaya devam ettiler.

İsrail, Cezayir’den farklı. Cezayir’de direniş, Fransız yerleşimcilere karşı savaşabilir ve onları Avrupa anakarasına geri çekilmeye zorlayabilirdi. Filistinliler, İsrailli yerleşimciler için aynı şeyi yapamazlar, çünkü bu yerleşimciler sömürge topraklarına görev için uzak denizlerden gelen ajanlar değildir.

Ancak yerleşimci sömürgecilik, tek taraflı bir süreç olmadığı gibi tek bir olay da değildir. Yerli halk hemen olmasa bile buna karşı bir noktada isyan eder. Dışlanmayı ve bir kenara atılmayı reddetmeleri; yerel halkın hapishaneler, bombalar ve açlık karşısında gösterdiği cesaret, yerleşimci-sömürge projesinin altını oydu.

Siyonistlerin beklediği bu değildi. Ben-Gurion’a atfedilen ama daha sonradan onun söylemediği anlaşılan bir söz, onların tutumunu çok iyi yansıtıyor: “Yaşlılar ölecek ve gençler unutacak”. Ancak Filistinli mültecilerin torunları geri dönüş haklarını asla unutmadılar.

Ve 1949’da nüfusun yüzde 13’üne denk gelen, yaklaşık 160 bin kişilik büyük bir Filistinli azınlık yeni İsrail devletinin içinde yaşamaya devam etti. İsrail yayılmacılığı bu sorunu genişletti. Ürdün Kralı I. Abdullah’ın onayıyla 1949’da birkaç Arap köyünün ilhak edilmesi, İsrail devletine daha fazla Filistinliyi kattı. Ardından 1967 savaşı geldi. Batı Şeria ve Gazze’deki yaklaşık bir milyon Filistinlinin 280 bin ila 350 bini İsrail’in uyguladığı şiddet nedeniyle evlerinden oldu. 700 bin kişi kalmaya devam etti.

İsrail, Filistinlileri yok etmek şöyle dursun, onları hiçbir hak tanımadan kendi bünyesine katıyordu. Bu dehşet verici bir ikilemdi çünkü kazanılmak istenen zaferler, sözde var olmayan daha fazla insanı devletle kaçınılmaz bir çatışma içine sokuyordu. Bir “çözüm”, Batı Şeria’daki yerleşimci istilaları gibi daha fazla işgal planı başlatmaktı.

Ancak zulüm ve yerinden edilme dalgaları direnişi kırmadı. Bir diğer çıkış yolu ise Filistinlileri fiziksel olarak olmasa da siyasi olarak dışlamak için ezilen halklardan işbirlikçiler devşirmekti. Ancak bu da işe yaramadı.

İsraillilerin taleplerini yerine getirdiği sürece Batı Şeria’nın yerel yöneticisi olan Filistin Yönetimi, bugün artık gözden düşmüş ve aşağılanmış durumda. İsrail’in işlediği suçların sonuçlarından kurtulmak için gerçekleştirdiği her girişim, apartheid devletinin ortadan kaldırılması için bir başka neden olarak geri tepiyor. Filistin asıllı Amerikalı tarihçi Rashid Khalidi şöyle yazıyor:

“1948’de Filistin’in İsrail’in eline geçmesi ve Arap nüfusunun çoğunun sürülmesiyle birlikte Siyonist rüya gerçeğe dönüşmüş gibi görünüyordu. Etnik temizlik muazzam bir demografik dönüşüm yaratmıştı ve tüm o ‘olmayan’ Arapların topraklarına el konulabilirdi. Siyonistlerin umudu ve beklentisi, mültecilerin kolayca yok olacağı ve bin yıldan uzun bir süredir Arapların çoğunlukta olduğu bir ülkeye dair hafızanın bile silineceği yönündeydi. Golda Meir’in dediği gibi, ‘Filistinliler diye bir şey yoktu. Onlar var olmamıştı’.”

Ancak Khalidi 2018’de şöyle yazıyordu: “Uzaktan bakarsak, İsrail ordusunun ve ölümcül güvenlik servisinin tüm gücüne ve İsrail milliyetçiliğinin saldırgan tesirine rağmen, bunun birçok yönden başarısız bir sömürgeci-yerleşimci proje olduğu açıktır. 1967’den bu yana onlarca yıl süren işgal ve sömürgecilikle birleştirilmiş nehirden denize tüm ülkenin nüfusunun bugün en az yarısı Filistinli ve bu oran giderek artıyor. Yerliler hâlâ orada ve huzursuzlar.”

İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım, def etmeciliğe bir geri dönüştür. Ancak direniş bir kez daha, Netanyahu’nun Gazze ve Batı Şeria halklarını geçici olarak baskı altında tutan hızlı zafer hayallerini yıktı. Filistinliler Nakba II’yi yaşamayı reddettiler, dedelerine yapıldığı gibi Mısır’a ya da Ürdün’e sürme girişimine karşı ayaklandılar.

İsrail on binlerce insanı öldürdü ve çok daha fazlasını öldürmekle tehdit ediyor. Ancak iğrenç projesi, gelecekteki direnişin tohumlarını ekti. Filistinlileri, dünyanın dört bir yanında, onları yoksulların ve ezilenlerin mücadelelerinin kahramanca temsilcileri olarak gören yüz milyonlarca insanın yanına yerleştirdi.

Yerleşimci sömürgeciliğin doğasında var olan kırılganlık, direniş hareketleri için yeni fırsatlar yaratmaktadır. İsrail’in yerleşimci sömürgeciliğindeki temellerini kabul etmek, amacına ulaşmamış olsa bile, parça parça reformlarla kurtuluş olmayacağının, hele hele “iki devlet” olamayacağının altını çizer. İsrail tek bir devlet temelinde tasarlanıp kurulmuştur ve ne pahasına olursa olsun bu şekilde kalmaya çalışacaktır.

Emperyalistler ve liberaller iki devlet yanılsamasını pazarlayabilirler. Ancak Gazze’de yaşananlar, meselenin sadece 75 yıllık İsrail devletinin ve bir asırdan fazla süren sömürgeci-Siyonist ittifakın semptomları olmadığını teyit etmiştir. Asıl sorun sebeptir: emperyalizm ve kapitalizm.

Charlie Kimber

(Socialist Worker’dan Türkçe’ye DeepL yardımıyla çevrilmiştir.)

Yazar

0 Shares
You May Also Like

Siyonizmin çöküşü – Ilan Pappé

Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısı eski bir binayı vuran depreme benzetilebilir. Çatlaklar zaten kendini göstermeye başlamıştı ama artık temellerinde…