Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, 31 Mart Yerel Seçim sonuçlarının netleşmesinin ardından CHP Genel Merkezi önünde toplanan coşkulu kalabalığa hitap etti.

Milliyetçilik yarışında CHP nerede duracak?

0 Shares
0
0

31 Mart seçimleri sonrası ortaya çıkan yeni tablonun anaakım siyasetin tüm aktörleri tarafından dikkatlice izlendiğini ve herkesin önümüzdeki döneme dair titizlikle pozisyon almaya çalıştığını daha önce ifade etmeye çalışmıştım.

“Normalleşme” sürecinin gidişatı, AKP cenahı tarafından varılan sonucun yerli ve milli ittifakın güçlendirilmesi olduğunu ortaya koydu.

Bizim için karşısında mücadele edeceğimiz ana hattı belirleyen bu karar, Erdoğan ve çevresi açısından anlaşılır.

Ekonominin toparlanmasının mümkün görünmediği senaryoda, mevcut ittifaklarının da fazlaca bir işe yaramadığı düşünülürse, milliyetçiliği yeniden ana fay hattı hâline getirebilmek ve AKP-MHP ittifakının temsil ettiği Türkiye egemen sınıfının çıkarlarını tüm toplumun çıkarlarıymış gibi gösterebilecek bir manzara yaratmak, Cumhur İttifakı’nın eski oy potansiyeline geri dönebilmesinin tek yolu gibi gözüküyor.

Bu yüzden dışarıda bütün Ortadoğu devletlerini geziyorlar, küs olduklarıyla hızlıca barışıyorlar, Filistin meselesinde kaybettikleri inisiyatifi tekrar kazanmaya çalışıyorlar. Ve en önemlisi, bir yandan yeni ekonomik yönelim ve Ukrayna üzerinden Batı ile yakınlaştıkları konumu koruyup, diğer yandan Putin’e “seninle köprüleri tamamen atmadık” deme amacıyla bir zirve planlayıp, diğer yandan Trump’ın yeniden seçilme ihtimalini de masada tutmak üzere Suriye’nin geleceğinde Kürtlerin olası kazanımlarını nasıl engelleyebileceklerini hesap ediyorlar.

Tutar, tutmaz, bu ayrı; ancak detayları bir kenara bırakırsak Erdoğan’ın yol haritası net gibi.

“Normalleşme” masasının diğer tarafı CHP açısından ise durum o kadar net değil. Kendilerini bekleyen açmaza nasıl cevap vereceklerini henüz bilmiyorlar.

AKP’liler açık seçik, normalleşme partneri Özgür Özel’i, “İçeride ana muhalefet partisiyiz ama dışarıda Türkiye partisiyiz” sözünün gereklerini yapmaya çağırıyor.

Birinci gereklilik, Suriye’deki Kürtler konusunda net bir tutum almak. Bu elbette dolaylı olarak içeride de kayyımlar konusunda devlet çizgisinde hizalanmayı gerektiriyor.

İkincisi, dünya üzerinde tek bir devlet tarafından tanınmayan, hukuki statüsünü tanımladığınızda Türkiye devletinin hukuki teamüllerinin dışına çıkacağınız, Kıbrıs’ın kuzeyindeki bölgede AKP-MHP’nin yapmaya hazırlandığı gövde gösterisinin parçası olmak.

Üçüncüsü, çökmüş gibi gözüken Mavi Vatan politikası konusunda AKP-MHP çizgisinin bütünüyle haklı olduğunu savunmak.

Bu liste uzatılabilir, ancak CHP’den bekledikleri özetle Türkiye devletinin çıkarları konusunda “yerli ve milli” olması.

CHP’nin tarihsel ve genetik kodlarında Türk milliyetçiliğinin çok önemli bir yer tuttuğuna, aslında AKP diye bir parti hiç olmamış olsaydı bunların hepsini göğsünü gere gere savunacağına şüphe yok.

Ancak hayatın ve olayların akışı bizi bir noktaya getirdi.

CHP, AKP ile MHP ittifakının Türkiye siyasi yelpazesinde sağı tamamen işgal ettiği, devletin kurucu partisine hiçbir yer bırakmadığı bir sürecin sonunda, kendisini az da olsa farklı bir yerde buldu.

Bir süredir adalet yürüyüşleri düzenlemek zorunda kalan, burada Cumartesi Anneleri’yle bir araya gelen, seçimlerde Kürt hareketiyle ittifak yapan, Türkiye tarihinde mağdur olmuş kesimlerle iletişime girmek zorunda kalan, dindarlarla ilgili gizli saklı bir özeleştiri olarak “helalleşme” çağrısı yapan bir parti hâline geldiler.

Dolayısıyla bu sürecin sonunda, AKP tarafından yöneltilen soruya net bir cevap vermek zorundalar.

Muhalefetini sadece ekonomik çerçeveyle sınırlı tutup, Cumhur İttifakı’ndan aldığı oyları geri kaptırmama endişesiyle bütün bu aşırı milliyetçi dayatmaya teslim olan bir CHP mi izleyeceğiz?

Yoksa ürkek de olsa, Türkiye egemen sınıfının çıkarlarının geniş emekçi yığınların çıkarlarını da temsil ettiği iddiasını reddeden, kayyım politikalarına itiraz eden, AKP-MHP’yi siyasal özgürlükler ve demokrasi alanındaki yakıcı sorunlarla da sıkıştıran bir CHP mi göreceğiz?

Bu elbette CHP’nin iç sorunudur. Ancak söylemek gerekir ki, milliyetçiliğin kışkırtıldığı bir atmosfere katkıda bulunmak, onu körüklemek, ancak ve ancak milliyetçilikten çıkar elde eden ana siyasal damara, yani bugünün konjonktüründe Cumhur İttifakı’na yarar. Barışın ve özgürlüklerin önündeki temel engel olmasının yanı sıra, “gerçekçi” bir politik strateji bağlamında da fazlaca faydalı gözükmemektedir.

Örneğin CHP’li vekil Özgür Ceylan’ın ve gölge kabinenin Milli Savunma Bakanlığı’ndan sorumlu genel başkan yardımcısı emekli tümamiral Yankı Bağcıoğlu’nun yaptığı gibi, AKP’yi “Mavi Vatan” siyasetinden vazgeçmekle eleştirmek, Doğu Akdeniz’deki tuhaf noktalarda sondaj çalışması yapılmamasını “egemenlik haklarımızdan” feragat gibi tanımlamak, son tahlilde AKP-MHP milliyetçiliğinin popülerliğine katkıda bulunacak ve CHP’nin kaybetmekten çok korktuğu yeni oylarını riske atacaktır.

Bunun yanı sıra, CHP bahsettiğimiz gibi genetiğinde Türk milliyetçiliğinin en uç fantezilerini de bulabileceğiniz, devletin kurucu partisidir. Bu çizgiyi bırakmak, bir egemen sınıf partisi söz konusu olduğunda, kendi kendine olabilecek bir şey de değildir.

Tıpkı AKP’nin bir dönem belirli bir çizgide durmak zorunda kalması gibi, CHP’yi daha barışçıl ve milliyetçiliğe teslim olmayan bir politikaya ancak aşağıdan mücadeleler üzerinden yükselen bir kitle hareketi, başka bir toplumsal ruh hâli zorlayabilir.

Türkiye işçi sınıfının ortalama ruh hâlinin savaş tamtamlarıyla sağa sola el uzatmak isteyen bir devleti desteklemek değil; bir yandan derin yoksulluğa karşı mücadele ederken diğer yandan siyasal baskı ve hukuksuzluktan kurtulmak isteyen bir kararlılık olduğunu (en az AKP ve MHP’ye olduğu kadar) CHP’ye göstermek gereklidir.

Bizim açımızdan sola dair asıl mesele budur. Tüm egemen sınıf partilerine karşı böylesi bir ses aşağıdan yükselmedikçe, geri kalan tüm manevralar, hesaplar, stratejiler boştur. Son 10 yılı esir alan ırkçı ve milliyetçi hegemonya yıkılmadan antikapitalist bir solun gelişiminden ve geleceğinden bahsetmek mümkün değildir.

Ozan Tekin

Yazar

0 Shares
You May Also Like

Kira krizi derinleşiyor – Erkan Erdem

Ekonomik kriz, konut kiralarını fahiş seviyelere çıkarırken, birçok kiracı açısından mahkemeye taşınan kira davaları da sonuçlanmaya başladı. Tahliye…

Büyük depresyon ve tehlike çağı

Geçen hafta sonu Enternasyonal Dayanışma toplantılarında yaptığım konuşmada, şu anda kapitalizmin ilk büyük ekonomik krizi olan 1873-1896 döneminde…